"Yarınların bir sonu var. Kendine söz verdiğin ama yapmadığın her şey ruhuna yük olacak. Ve bir gün her şey bitmeye yaklaştığında yaşanan pişmanlıkların eyleme hiçbir katkısı olamayacak."
Çok iyi dizi. Özellikle final bölümü beni çok etkiledi.
Fallout bir video oyun evreni. Bu evreni hiç bilmeme rağmen diziyi izlemek oldukça keyifliydi. Post-apocalyptic evrenleri seviyorsanız kesinlikle izlemenizi öneriyorum.
Evren Amerika ve Çin arasında geçen kaynak savaşları sonucunda atılan nükleer bombalar sonucu oluşuyor. Biz bu savaştan 200 yıl sonrasını izliyoruz. Konu kaynak savaşları olunca elbette politik taraflar kapitalistler ve komünistler. Bölümlerde de bu alt temaya değiniliyor.
Ana karakterlerin hikayeleri oldukça sıradan aslında. Sığınak 33'ten bir kızın babası kaçırılır ve onun peşine düşer, çeşitli insanlarla tanışır ve hiç bilmediği vahşi dünyayı anlamaya çalışı. Lucy ile empati kurmamın sebebi bu dünyanın benim için de yeni olması sanırım. Bunun yanında diğer iki karakterin de (Maximus ve Ghoul) hikayelerinin arka planlarını izliyoruz ve finalde müthiş bir birleşme gerçekleşiyor. Konu işlenirken evrenin giderek açılmasından da çok etkilendim.
Dizide göreceğiniz her yapının kendince bir gayesi var ve yüzeydeki insanların da tek gayesi o ağır koşullarda hayatta kalmaya çalışmak. Kaçınılmaz son elbette ki savaş. İzlerken bir taraf seçmek pek mümkün değil. Tıpkı insanlık gibi herkes kendi doğrularınca bir birliktelik oluşturmaya çalışıyor. Lucy'nin de geldiği son nokta bildiği tüm doğruların en temelinden sarsılması oluyor. Ve onun için yeni bir macera başlıyor.
Sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekasını alabildiğine açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu. Sanki gizli bir düşman daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlğın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı...
"İnsan bir zaman tüketicisidir. Üstelik bize ayrılan bu zaman oldukça sınırlıdır. Ama yine de çoğumuz yapmak istediklerimizi sonsuza dek zamanımız varmışçasına erteleriz."
Ben ba-yıl-dım. Çünkü iflah olmaz bir fan'ım. İsterim ki Denis Villeneuve beş saat Dune çeksin ben de oturup izleyeyim. Bence gezegenin devasa hiçliğinin içindeki yaşamı başarılı bir şekilde görselleştiriyor.
Dune yalnızca Paul karakterinin gelişiminden, ya da kaynak savaşlarından ibaret bir evden değil. İnce ince işlenmiş detaylardan oluşuyor. Bu da iki buçuk saatlik bir filmde ancak bu kadar iyi aktarılabilir. Yoksa kitabı ikiye değil üçe böler anlatır ve bizde o detaylar karşısında aklımızı kaybederiz. (Ben delirmeye varım ama stüdyo o kadar para harcamaz)
Spoiler vermeden nasıl öveceğimi bilmiyorum ama ben Shai-Hulud sahnelerine, Fremen Sietch'lerine, Padişah İmparator'un gemisine, Harkonnen'lerin savaş gemilerine hayran kaldım. Feyd-Rautha, Harkonnen Hanedanı'nın karakterini seyirciye anlatmak için çok iyi yazılmış bir karakter.
Paul ve Chani arasındaki bağı da bu çok iyi yazmasını beklerdim ama burada Zendaya'ya çok iş düşeceğinden isabetli bir karar olmuş desem yalan olmaz. Yine de bir Fremen olmak için çabalamış. Bu kadar da beklemiyordum. Oyunculuklar da ilk filme orantılı olarak iyi.
Ben çok sevdim daha fazla tat kaçırmak İstemiyorum.
Bir de imkanınız varsa IMAX de izleyin, çinko-karbon bir sinema salonunda benim gibi heba olmayın. Keşke benim yaşadığım şehirde de olsaydı da gitseydim. Neyse biz Dune'yi kısık ışıklı sinema salonlarında da sevdik sayın okur. 🥲 İyi seyirler gidecek olanlara.
Bazı insanlar, kendimizi dürüstçe yaşadığımız zaman, diğerlerinin bu «açık»tan yararlanarak bizi devirmeye çalışacakları görüşünü savunurlar. Oysa bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir.
Nerede "ilgilenmiyorum" dediğim gönderi ve kişi var hepsi "size özel" sekmesine toplanmış durumda. Bu terste bir işlik var. Beğendiğim gönderi sahiplerini görmeyi umarak girmiştim oysa ki.