Efendimizin (sav) ömrü dünyada yaşanmış en ideal hayattır.
Cenab-ı Hakk'ın en büyük ikramları dünyada Ona olmuştur;
Ahirette de yine O'na olacaktır. O, Allah'ın en sevgili kulunun yaşadığı hayat musibetlerle örülmüş gibidir. Babasını kaybediyor daha doğmadan, doğduktan sonra annesini ... Tam yanında kendini rahat hissedeceği bir dönemde, dedesini kaybediyor.
Ardından, kendisini kollayan amcasını... Hz. Hatice ile biraz feraha kavuşur gibi oluyor ama çok geçmeden onu da kaybediyor.
Çocuklarını kendi elleri ile toprağa emanet ediyor. Savaşıyor, yaralanıyor. Her an ölüm tehlikesi altında yaşıyor. Arkadaşlarından her biri Kur'an hafızı olan yetmiş kişi aynı anda öldürülüyor. Kendisine mecnun, sahir deniyor. Başına işkembeler atılıyor, şehrinden çıkarılıyor, eşine iftiralar atılıyor. Aç kaldığı, karnına taş bağladığı günler az değil. Hasır üzerinde uyuyor.
Hüznünün zirve yaptığı 'senetül hüzn' yani hüzün senesi denilen zaman aralığında çok sevdiği insanları bir bir kaybediyor. En büyük musibetlerin isabet ettiği bu keder yılında, insanlık tarihinde kimseye nasip olmamış en büyük nimet de O'na nasip oluyor; Rab ile görüşmek, yani Miraç. Kederlerle kemalat arasında bir ilişki olmasaydı, Miraç hüzün senesine denk gelir miydi?
Peygamberimiz maalesef ülkemizde bile yeterince tanınmıyor.Hele ki müslüman olmayan kimselere çevresi cariyerle dolu insanlara zorla itaat ettirten mal mülk makam sevdasında olan birisi olarak tanıtılıyor.Halbuki Mekkeli müşriklerin para,makam,kadın tekliflerinin tamamı karşılığında tebliğden vazgeçmesi istendiğinde “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem.” dediğini onun derdinin dünya zevklerinde olmadığını ve tebliğ uğruna ne sıkıntılar çektiğini bilmiyorlar.
Osmanlı’da da bunu devşirme sisteminde görüyoruz.Devşirilecek gayrimüslim çocukların Türkçe’yi İslamiyeti ve Osmanlı medeniyetini daha sağlam öğrenmeleri için köylerde yaşayan ailelere verilmesi gibi.
Kitabın önermesi, ülkeler ekomomik, sosyal, sanatsal, sportif kısacası kültürel gelişmişliklerini toplumsal reformlardan ziyade bireysel farkındalıklarına ve dolayısıyla bireyin kendi içindeki değişim ateşine borçludur. Bir insan topraktaki siyanür gibi tonlarca metreküp alanı zehirleyebilir yine aynı insan çölde orman da yaratabilir.
Yazarımız