Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Rasyonel seçimde olsun bilinçdışı seçimde olsun, seçim yaptığımızda daima kaybettiğimiz bir şey vardır. Bağlanma korkusu teşhisi konulan kişiler çoğunlukla, seçim yaparak vazgeçmek zorunda kalacakları bir seçeneği bırakmaktan korkarlar, o kadar.
Kurtuluşu kendi dışımdan bekleyecek bir noktaya geldim işte, hiçbir şey bundan daha belirsiz olamaz. Hala onunla olsaydım, bu savaşı sürdürebilirdim diye düşünüyorum.
Çoğu zaman içimizde farkında olmadığımız bir şeye hitap eden davranışlara, görünüşlere ve acayipliklere âşık oluruz. Aşk, rasyonel niyetlerimizi altüst edebilen bilinçdışı seçimlerimize fazlasıyla bağlıdır.
Asıl sorun, hâlâ başkaları tarafından sevilmeyi umuyor olsak da, kendini sevmeyi bu kadar öne çıkaran bir kültür içinde başka birini sevmenin gittikçe güçleşmesidir belki de.
Bireylere kendi kaderlerinin efendisi oldukları hissettirildiğinde ve toplumsal adaletsizlik yüzünden çektikleri dertlere derman olarak olumlu düşünme önerildiğinde, toplumsal eleştirinin yerini gittikçe daha fazla özeleştiri almaya başlıyor.
Seçme özgürlüğü soyut haliyle çekici görünebilir, ama işler zora bindiğinde insanlar başka birinin -gerekli bilgiye sahip bir otoritenin- kendileri yerine seçim yapacağını umuyor.
Kendimizi seçeneklerin daha fazla tatmin getirdiğine ikna etmeye çalıştıkça, aslında bunca seçeneğe sahip olmaktan giderek daha az keyif alıyormuşuz gibi görünüyor.
Bireysel seçimlerimizi takıntı haline getirirken, bu seçimlerin hiç de bireysel olmadığını, aslında içinde yaşadığımız toplumdan fazlasıyla etkilendiğini göremeyebiliriz çoğu zaman.