Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osric Tortellini

Dünya'nın etrafında durmadan doğuya doğru uçarsanız, bu esnada uçakta gösterilecek filmleri tekrar tekrar izlemekten muhtemelen sıkılacak olsanız da, hayat sürenizi uzatabilirsiniz.
Reklam
1277’de, Paris Piskoposu Tempier, XXI. Papa Johannes’in talimatları üzerine harekete geçerek 219 maddelik bir lanetlenecek günahlar veya sapkınlıklar listesi yayınladı. Sapkınlıklar arasında doğanın yasalarının bulunduğu düşüncesi de vardı, çünkü bu düşünce Tanrı’nın kadiri mutlak oluşuna aykırıydı. Birkaç ay sonra sarayının tavanı üzerine çöktüğünde Papa Johannes’in yerçekimi yasası yüzünden ölmesi ilginçtir.
Thales’in bir arkadaşı belki de öğrencisi olan Anaksimandros (yak. MÖ 610-546) yeni doğan bebeklerin ne kadar çaresiz olduklarına bakarak, ilk insanın yeryüzünde bir bebek olarak ortaya çıkması durumunda, hayatta kalamayacağını savundu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Eski zamanlarda doğanın nasıl işlediğini anlayamayan insanlar,hayatlarındaki her alana hükmetmesi için tanrılar icat etmiştir.Aşk ve savaş tanrıları, güneş, yeryüzü, gökyüzü tanrıları, okyanus ve nehirlerin tanrıları, yağmur ve gök gürültüsü tanrıları hatta depremler ve volkanların dahi tanrıları vardı. Tanrılar memnun edilmişse insanlara iyi hava ve barış ihsan edilir, hastalık ve felaketlerden korunurlardı. Ancak memnun değillerse kuraklık, savaş ve salgın olurdu. Doğadaki neden-sonuç ilişkisi anlaşılamadığı için bu tanrılar çok gizemliydi ve insanlar onların merhametinekalmışlardı.Ancak bundan 2600 yıl kadar önce, Miletoslu Thales (yak. MÖ 624-546) ile birlikte bu durum değişmeye başladı.Doğanın izlediği tutarlı ilkelerin anlaşılabilir olduğu düşüncesi doğdu. Ve böylece tanrıların hükümdarlığı anlayışının yerini, doğanın yasaları tarafından yönetilen ve bir gün nasıl okunacağını öğreneceğimiz bir plana göre yaratılan bir evren anlayışının aldığı o uzun süreç başladı.
Bilim tarihinde Platon’dan Newton’ın klasik kuramına, çağdaş kuantum kuramlarına kadar; giderek daha da iyi kuramlar veya modeller keşfettik. Doğal olarak şunu sorabiliriz: Bu kuramlar dizisi,yapabildiğimiz bütün gözlemleri öngören ve bütün güçleri kapsayan evrenin nihai kuramıyla son bulacak mı? Veya sonsuza kadar daha iyi kuramlar bulmaya devam edeceğiz ama daha ötesi olmayan bir kuramı asla bulamayacak mıyız?
Reklam
Kendimizi içinde bulduğumuz bu dünyayı nasıl anlayabiliriz? Evren nasıl devinir? Gerçeğin doğası nedir? Bütün bunlar nereden geldi? Evrenin bir yaratıcıya ihtiyacı var mı? Çoğumuz zamanımızın tümünü bu soruları düşünerek geçirmeyiz, ama hemen hepimiz zaman zaman bu soruları düşünürüz.
Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim.Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.
Yatak varken masada okumak da ne oluyor derdi “rahmetli”.
“Babamla öğretmenim arasındaki tartışmalar, kültürle olan ilk temasımın zevkli hatıralarıdır. Benim aracılığımla yapılan ve tartışmacıların pek farkına varmadıkları bu konuşmalar benim için sinsi bir keyifti. İlk gün koşa koşa eve gelmiş ve hemen babama yetiştirmiştim: ‘Baba, sen yanlış biliyormuşsun. Öğretmenimiz söyledi: biz mektebe değil okula gidiyormuşuz.’ Babam, okuduğu gazeteden başını kaldırdı, yorgun ve ilgisiz nazarlarla baktı yüzüme: ‘Dur bakalım hele,’ dedi. Babamın, sonradan daha iyi farkettiğim karakterinin eşsiz bir özetiydi bu cümle: ‘Dur bakalım hele.’Hem kendi durur, hem de herkesi durdururdu bu cümleyle. Benim hızımı, annemin hırçın ve telaşlı atılmalarını hep bu amansız cümlesiyle keserdi: ‘Dur bakalım hele.’ Dünya tefekkür tarihine ‘Durbakalımhelecilik’ geçmezse, babama yapılmış en büyük haksızlık olacaktır bu. Ben de belki biraz bu felsefenin tesiriyle böyle olmuşumdur.
Ne demiş Ziya Paşa... Selim: “Ne mutlu Türküm diyene, demiş.” Turgut: “Onu Namık Kemal söylemiştir. Ziya Paşa aynen şöyle demiştir: “Dî-rahtı ferganiyi nüman eyledi nevser Tema-yı zur-u haltı kadar neyledi kevser.”
Reklam
Hakikaten, kültür ne demek acaba? Hüsnü Bey için kültür onun dört kere tek dersten sınıfta kalmasına sebep olan Amme hocası Ordinaryüs Profesör -o zamanki adıyla müderris- Ekrem Galip Bey (Aydıner) demekti. Eğer böyleyse, ‘Kültür’, insanı küçümseyen, insanın ne mal olduğunu bir bakışta anlayan iri kıyım bir şey demekti.
“Kadınlarda, el ustalığı isteyen işler için, aptalca bir yarışma duygusu vardır zaten,” diye düşündü. “Erkeklerin, başka konularda, onlara, üstün ve yukardan bakarmış gibi görünen tavırlarını çekemezler, bu çeşit yarışmalarla acısını çıkarmak isterler böyle küçük görülmelerin. Bir yandan da, her şeye rağmen savunmasız ve narin olduklarını gösteren yapmacıklarını elden bırakmazlar: ‘Canım şu ipi şuraya takar mısın? Canım senin boyun yetişir - ya da sen benden kuvvetlisin.’ Yani senin bütün üstünlüklerin, basit ve hayvani temellere dayanır. Sonra, küçük bir aksama olunca: ‘Dur canım, bir de ben denesem’ sahteliği. ‘Uzun boylu hayvan! Beni kuvvetli kollarınla alıp götürdün; şimdi, bir çamaşır ipini takamıyorsun işte!
Geri15
87 öğeden 76 ile 87 arasındakiler gösteriliyor.