“Eski veliyullahtan birine sormuşlar; "Sevginin kuru kuru sözünü edenlerle onu gerçekten yaşayanlar arasındaki fark nedir?’ diye. 'Göstereyim demiş Veli. Önce sevgiyi dillerinden hiç düşürmeyenleri davet ettiği bir sofra hazırlatmış. Konuklar yerlerine oturunca ortaya bir kazan içinde sıcak burçak çorbası getirilmiş. Ardından da birer buçuk arşınlık sapları olan kaşıklar verilmiş davetlilere. Fakat bu kaşıklarla yemek neredeyse imkânsızmış. Kaşıkların ucundan tutsalar çorbayı etrafa ya da üzerlerine döküyor, dibinden tutsalar kaşığın sapı hemen yanlarındaki bir diğer misafîrin yüzüne gözüne çarpıyormuş. Nihayet bakmışlar olmuyor, aç olarak kalkmışlar sofradan.
Ardından, 'Şimdi de mescit köşelerinde akşamlayan, kıyafetleri eski, kimsenin itibar etmeyip hor gördüğü dervişleri davet edelim yemeğe,’ demiş Veli. Bu defa dışları harap ama yüzleri ışık ışık, gözlerinin içleri gülümseyen insanlar gelip oturmuş sofraya. Onlara da aynı kaşıklar verilmiş. Dervişlerin her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatarak içirmeye başlamış. Böylece birbirlerini doyurmuş ve hamdüsenalar ederek kalkmışlar sofradan.
'İşte, demiş Veli,' kim ki hakikat sofrasında yalnız kendini görür, bir an evvel doymayı düşünürse o aç kalkacaktır sofradan. Ve kim kardeşini nefsinden evvel düşünüp doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktlr şüphesiz! Şunu da aklınızdan hiç çıkarmayın ki gerçek pazarında alan değil, verendir daima kazanan.
“Güzellik nedir?” diye sordu yanındaki biri. “Her gün gördüğün bir şeyin seni her defasında ilk kez görüyormuşsun gibi büyülemesi” dedi beyaz saçlı adam