Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sadocan

Utopia'lılar için herkesin iyiliğine çalışmaksa bir dindir. Kendi rahatını sağlamaya çalışırken başkasını rahatından etmek haksızlığın ta kendisidir. Buna karşılık, başkasının rahatı için kendi zevklerimizden birazını olsun feda etmek soylu bir insan yüreğinin belirtisi sayılır ve böyle davranan insan zaten feda ettiği zevkten çok daha fazlası bulur. Hem ettiği iyiliğin er geç karşılığını görür, hem de iyilik ettiği insanın minnet duyguları, feda ettiği zevkten daha tatlı gelir ona.
Reklam
Tabiat herkese aynı bedeni, aynı sıcaklığı vermiş, aynı sevgiyle kucaklamış hepsini. Başkalarının rahatını kaçırıp kendi rahatını artırmak tabiata karşı gitmektir.
Peki ama başkalarına ettiğimiz iyiliği kendimize niçin etmeyelim? Tabiata aykırı gitmek değil mi bu? Çünkü iki yoldan birini tutmak gerek: Hoş yaşamak, dünyanın tadını çıkarmak ya iyi bir şeydir ya kötü bir şey. Kötü bir şeyse başkalarına onu sağlamak şöyle dursun, kimde varsa elinden almak, herkesi ondan korumak gerekir. İyi bir şeyse onu hem kendimiz için hem başkaları için isteyebiliriz, istemeliyiz de. Niçin başkalarına acıdığımız kadar kendimize de acımayalım? Kardeşlerimize iyilik etme eğilimini içimize sokan tabiat niçin kendimize karşı zalim, insafsız olmamızı istesin?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nasıl oluyor da, bir eşek kadar bile kafası işlemeyen vicdansız, ahlaksız, budala zenginin biri, sadece birkaç torba altını var diye, akıllı dürüst bir sürü insanı buyruğu altında köle gibi kullanabiliyordu.
Belki diyecekler ki bana: 'Günde altı saat çalışma halkın ihtiyaçlarını gidermeğe yetmez. Utopia yoksulluğa düşer.' Hiç de öyle değil. Tersine, altı saat çalışma bütün rahatlıkları bol bol karşıladıktan başka, ihtiyaçların çok üstünde bir ürün de sağlıyor. Başka memleketlerde nice insanların aylak gezdiklerini düşünürseniz, Utopia'da neden bunun böyle olduğunu anlarsınız. Halkın yarısı olan kadınların hemen hepsi bazı yerlerde aylaktır, kadınların çalıştığı yerlerdeyse hemen bütün erkekler. Hiçbir iş görmeyen bir sürü rahip ve din adamı da görülür. Bunlara, soylular ve derebeyleri denilen bütün zenginleri, bir de onların sürü sürü uşaklarını, giyimli kuşamlı, eli bıçaklı adamlarını ekleyin. Tembelliklerini uydurma sakatlıklar altında gizleyen sapasağlam sayısız dilenciyi de unutmayın. Göreceksiniz ki, alın terleriyle insanlığı besleyenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Gerçekten yararlı ve zorunlu işlerde çalışan insanların ne kadar az olduğunu düşünün. Paranın her şey olduğu çağımızda yalnız lüksün ve ahlaksızlığın buyruğunda çalışan bir sürü boş ve yararsız zanaatler görülüyor. Ama bu durumda bütün işçileri yararlı ve zorunlu ürünleri bol bol sağlamak üzere dağıtacak olursak, gündelikler o kadar düşer ki, hiçbir işçi kazancıyla geçinemez. Diyelim ki, sadece lüks eşya yapanları ve hiçbir şey üretmeden iki işçinin emeğini ve payını yiyenleri yararlı işlere sürüyoruz, o zaman bu işçilerin besleyici ürünleri ve rahatlıkları, hatta tabiata uygun zevkleri sağlamak için iki kat daha çok vakitleri olacak.
Reklam
Mülkiyet hakkı toplumsal yapının temeli oldukça, en kalabalık ve en işe yarar sınıf yoksulluk, açlık, umutsuzluk içinde yaşayacaktır.
Bunları düşünürken Platon'a candan hak veriyorum, ve mülk ortaklığını istemeyen uluslara yasa hazırlamaya yanaşmamış olması beni hiç de şaşırtmıyor. Bu büyük dâhi çok önceden görmüş ki insanları mutluluğa ulaştırmanın tek yolu, eşitlik ilkesini uygulamaktır. Oysa mülkün tekelde ve mutlak olduğu bir devlette eşitlik kurulamaz sanırım, çünkü orada herkes türlü yollarla kazanabildiği kadar kazanmakta haklı görür kendini ve ulusun zenginliği ne kadar büyük olursa olsun, eninde sonunda başkalarının yoksulluğuna göz yumacak küçük bir azınlığın eline geçer.
Demek ki, o yüksek yerlerde Devlet'e yararlı olmanın yolu yok. Erdemin kendisini bozacak bir hava eser orada. Çevrenizdeki insanlar sizin derslerinizle iyileşmek şöyle dursun, kötülükleriyle sizi baştan çıkarırlar. Hiç bozulmadan kalırsanız, ötekilerin ahlaksızlığına, budalalığına paravanlık etmiş olursunuz. Sizin yanlamasına yolla, kötüyü iyiye çevirebileceğimizi ummak boşunadır.
Sizin yanlamasına yolun nereye çıkacağını kestiremiyorum. İnsan iyiyi gerçekleştiremezse, kötüyü yumuşatmalı hiç olmazsa, diyorsunuz. Ama bunlar öyle işler ki ya girmem diyeceksiniz, ya girip suç ortağı olacaksınız. En korkunç düşüncelere katılmanız, bir vebadan daha tehlikeli kararlara oy vermeniz gerekecek, bu yüzkarası görüşleri yalancıktan beğenmekse bir casus ya da bir hainin yapabileceği bir iş olacak.
Kötü düşünceleri kafalardan bir anda söküp atamıyorsunuz, haksızlıkları bir vuruşta ortadan kaldıramıyorsunuz diye halka hizmet etmekten vazgeçmek doğru mudur? Bir fırtınada kaptan, rüzgâra söz geçiremiyorum diye gemiyi bırakır mı?
Reklam
"kralların sarayında felsefenin yeri yoktur."
Onların inançlarını birden nasıl yıkabilir, kafalarına, yüreklerine en doğru, en haklı ilkeleri bir konuşmayla nasıl sokabilirsiniz?
Bir devrimi en candan isteyen kimdir? Bugün en yoksul durumda olan değil mi? Devleti yıkmakta en fazla atılganlık gösterecek olan kimdir? Yitirecek bir şeyi olmayıp da sadece kazanç sağlayacak olan değil mi?
Çalmakla öldürmenin aynı cezayı aldığını gören ne yapar? Soymakla yetinebileceği adamı öldürür, kendi kellesini korumak için öldürür. Kendini ele verecek olanı ortadan kaldırmış, suçunun bilinmesini daha kolayca önlemiş olur. Neye yaradı yasanın sertliği? Hırsızı darağacıyla korkutarak katil yapmış olduk.
Yasa koyanın aklı o kadar yanılmaz, o kadar kesin midir ki buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin?
201 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.