Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sanata ve Hayata

Sanata ve Hayata
@Sanatahayata
Bahttan kaçamamak
Ama ne yazık ki Tanrı’nın eliyle bir insanın alnına yazılı olan şey, insan eliyle silinemez! Ve yaratılanlar kanatları olsa bile, bahtlarından kaçıp kurtulamazlar!
Reklam
bugünkü pek çok sosyal ve psikolojik özelliğimizin bu tarım öncesi çok uzun dönemde oluştuğunu öne sürer. Bugün bile bu alanda çalışan akademisyenler beynimizin ve zihnimizin avcılık ve toplayıcılık yaşamına adapte olduğunu öne sürerler. Yeme alışkanlıklarımız, çatışmalarımız ve cinselliğimiz, avcı-toplayıcı zihnimizin etrafımızdaki post-endüstriyel ortamın mega şehirleri, uçakları, telefonları ve bilgisayarlarıyla etkileşiminin bir sonucudur. Bu ortam bize önceki tüm nesillerin sahip olduğundan çok daha fazla fiziksel kaynak ve uzun ömür sağlarken, bir yandan da sıklıkla yabancılaşmış, depresif ve baskı altında hissettirmektedir.
Biz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirdi. Evcilleştirmek (domestikasyon) Latincedeki domus (ev) kelimesinden türemiştir. Evde yaşayan ise buğday değil, Sapiens'tir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Voltaire Tanrı hakkında, "Tanrı yoktur ama bunu sakın hizmetkarıma söylemeyin, yoksa geceleyin beni öldürür," demiştir.
Yönetimlerin, örgütlerin ve şirketlerin kararlarına etki etmek isteyen biri, mutlaka rakamların dilinden konuşmayı öğrenmek zorundadır. Bu işin uzmanları "fakirlik", "mutluluk" ve "dürüstlük" gibi kavramları bile rakamlara çevirmek için ellerinden geleni yaparlar ("yoksulluk sınırı", "bireysel mutluluk seviyesi", "kredi notu"). Fizik ve mühendislik gibi bilgi alanlarıysa neredeyse normal insan diliyle tüm bağını kopararak tamamen matematiksel yazıyla sürmektedir.
Reklam
Tarihteki her an bir dönüm noktasıdır. Geçmişten bugüne tek bir yol gelir, ancak bugünden geleceğe giderken çatallaşarak sonsuz sayıda seçenek sunar.
Tarihin altın kurallarından biri, geriye dönüp bakınca bariz olarak görünen şeyin olay esnasında son derece belirsiz olmasıdır. Bu, günümüzde de aynıdır. Küresel ekonomik krizden çıktık mı, yoksa daha kötüsü mü gelecek? Çin süper bir güç olana dek büyüyecek mi? ABD hegemonyasını kaybedecek mi? Köktendinciliğin yükselişi geleceği de etkisi altına alacak bir dalga mı, yoksa uzun dönemde etkisini yitirecek geçici bir akım mı? Çevre felaketine doğru mu, teknolojik bir cennete doğru mu gidiyoruz? Bütün bu durumlar için çok güçlü argümanlar geliştirilebilir, ancak sonuçtan emin olamayız. Önümüzdeki on yıllarda insanlar geriye dönüp baktıklarında bu soruların hepsinin cevabının çok açık ve net olduğunu düşünecekler.
nasıl oldu da Rusya, İtalya ve Avusturya bu farkı kapamakta başarılı olurken İran, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu başarılı olamadı? İlk sanayi dalgasının teknolojisi görece basitti. Çinlilerin veya Osmanlıların buhar makineleri ve makineli tüfek üretmesi veya demiryolları inşa etmesi bu kadar zor muydu? Dünyanın ilk ticari demiryolu 1830'da İngiltere'de yapıldı. 1850'de Batı ülkeleri neredeyse 40 bin kilometre demiryoluyla baştan başa örülmüşken, Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın tamamında yalnızca 4 bin kilometre ray döşenmişti. 1880'de Batı, 350 bin kilometreden fazla demiryoluna sahip olduğunda, dünyanın geri kalanında bu rakam yalnızca 35 bin kilometreydi (bunun büyük kısmı da İngilizlerin Hindistan'da inşa ettikleriydi).
Afrikalı düşmanlarla karşılaşan Avrupalı askerler arasında yaygın bir deyiş "neleri varsa gelsinler, bizim makineli tüfeğimiz var, onların yok," şeklindeydi. Bununla birlikte, sivil amaçlı teknolojilerin de eşit derecede önemi vardı. Konserve gıdalar askerleri besliyor, demiryolları ve buharlı gemiler askerleri ve malzemelerini taşıyor, yeni ilaçlar askerleri, denizcileri ve lokomotif mühendislerini iyileştiriyordu. Bu lojistik ilerlemeler Avrupa'nın Afrika'yı fethinde makineli tüfekten daha büyük rol oynadı.
Bu Avrupalıların bilime yatkın bir genetik yapıya sahip oldukları veya fizik ve biyoloji alanlarında sonsuza kadar egemen olacakları anlamına gelmiyor. İslam nasıl bir Arap tekeli olarak başlayıp sonradan Türkler ve İranlılar tarafından ele geçirildiyse, modern bilim de bir Avrupa icadı olarak doğmasına rağmen bugün çok etnikli bir girişim haline gelmiş durumdadır.
Reklam
Hıristiyanlık ve Nazizm gibi bazı dinler, milyonlarca insanı sadece nefret yüzünden öldürdüler, kapitalizmse milyonlarca insanı açgözlülükle karışık umarsızlıkla öldürdü. Atlantik'teki köle ticareti, Afrikalılara yönelik ırkçı bir nefretle ortaya çıkmadı. Hisseleri alan insanlar, hisseleri satan aracılar ve köle ticareti şirketlerinin yöneticileri, Afrikalıları düşünmüyorlardı bile
Şehirli orta sınıfların konforlu yaşamındaki hiçbir şey, bir avcı toplayıcının başarılı bir mamut avında hissettiği saf coşku ve heyecan hissini veremez. Her yeni icat, Cennet Bahçeleriyle aramızdaki mesafeyi biraz daha açıyor.
Nietzsche'nin de söylediği gibi, yaşamak için bir sebebiniz varsa her şeyle baş edebilirsiniz. Anlamlı bir hayat, zorluklar içinde geçse de son derece tatmin edici olabilir, buna karşılık anlamsız bir hayat da ne kadar konforlu olursa olsun korkunç olabilir.
Budizme göre acı çekmenin kökeni, ne acı ve mutsuzluk ne de anlamsızlık hissidir. Aksine, bizi sürekli gergin, yorgun ve memnuniyetsiz kılan, geçici duygular için verilen sürekli uğraştır. Bu nedenle, zihin haz duyarken bile memnun değildir; çünkü hazzın kısa süre sonra azalacağını düşünürken, bir yandan da kalıcı olması ve yoğunlaşması için çabalar. İnsanlar şu veya bu hazzı duyumsarken değil, tüm bunların geçici olduğunu anlayıp özümsediklerinde ve daha fazlasını istememeyi başardıklarında acı çekmekten özgürleşirler; Budist meditasyonun da hedefi budur. Buddha'nın tavsiyesi sadece dışsal başarıların peşinden koşmayı bırakmak değil, duygularımızın peşinden koşmayı da bırakmaktır. Tüm yaşamlarını bazı duygulardan kaçınmaya ve başka duyguların peşinden koşmaya harcarlar. Duygularıyla aynı şey olmadıklarını, bazı duyguların peşinden durup dinlenmeden koşmanın insanı nasıl sefil hâle getirdiğini görmezler. Eğer böyleyse mutluluğun tarihi konusundaki anlayışımız tamamen yanlış yönlendirilmiş demektir. Belki de insanların beklentilerinin gerçekleşmesi ve keyifli duygular hissetmeleri o kadar da önemli değildir; asıl mesele insanların kendileriyle ilgili gerçeği bilip bilmemeleridir.
"Tıp bilimi üzerine yazdıklarında İbni Sina, şunlardan üstün bir şifa aracı olarak söz ediyor: Aşk acılarının uyumlu bir şarkıdan ve bahçelerde şarap içmekten başka ilacı yoktur! İbni Sina'nın sözlerini tuttum, ama sonuç alamadım, ne yazık ki! O zaman, başka aşklara başvurarak bir denemede bulundum; Baht'ın bana güldüğünü ve şifa sunduğunu gördüm. İbni Sina! Sen yanıldın! Aşkın tek ilacı, yine aşktır! Bunu duyan Tac-ül-Mülûk, Aziz'e "Şairin belki de hakkı var. Ama, irade olmayınca, böylesine bir iyileştirme zordur!" demiş."
42 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.