Çalmaktaki becerikliliğiyle övünen bir katil görünce şaşırıyoruz. Bu şaşkınlığımızın tek nedeni, bu insanların kendilerine özgü bi çevreleri olması, en önemlisi de, bizim onların bu çevresinin dışında bulunmamızdır. Zenginlikleriyle, yani soygunculukla övünen zenginler; tutkularıyla, yani başkalarını öldürmekle övünen hükümdarlar da aynı şeyi yapmıyorlar mı aslında? Bu insanların, durumlarını haklı göstermek için benimsedikleri dünya görüşünü, iyilikle kötülük üzerine düşüncelerini çirkin görmemizin tek nedeni, böyle kötü düşünen insanların çoğunlukta olmaları, bizim de onlardan olmamızdır.
Kişioğlu, bir şeyler yapabilmek için önce işini önemli iyi bellemek zorundadır. Bu nedenle kişi durumu ne olursa olsun, işini ona önemli, iyi gösterecek bir dünya görüşü yaratır kendi kendine daima.
Tanıdığı bütün insanlar bir çıkar peşindeydiler hep; Kadınlar, ondan yararlanarak para kazanmaya çalışıyorlardı; erkeklerse, yaşlı bölge konserinden gardiyanlara kadar hepsi bir zevk aracı gibi bakıyorlardı ona. İnsanlar için dünyada varsa yoksa zevkti önemli olan, gerisini görmüyordu gözleri.
Dünyada her şeyin niçin bu kadar kötü olduğu, insanların niçin birbirine durmadan kötülük yaptıkları, birbirinin kuyusunu kazdıklarının, niçin hepsinin ıstırap çektikleri konusuna gelince, bunları hiç düşünmemek gerekiyordu.
Bu göz boyama ne çok çaba gerektiriyor böyle… Bu çabanın hiç değilse yüzde birini, umudumuz için birer araç gibi gördüğümüz, toplumdan atılmış şu zavallılara yardım etmeye harcasaydık ne olurdu acaba?
O zamanlar önünde sınırsız olanaklar açık, özgür, gözüpek bir gençti; oysa şimdi boş, gayesiz, anlamsız bir hayatın ağına dolaşmış hissediyordu kendini; kurtuluş umudu yoktu bu ağdan, kurtulmak da istemiyordu zaten.
Çevre diye bir şey uydurulmuş ve bu çevre doğrular çizmiş, gerçekler belirlemiş, standartlar koymuş, tabutlar yaratmış, sınırlar çekmiş ve ruhumuzu ön yargılardan oluşan parmaklıklarla hapsetmiş. Çıkmak isteyince de adımıza özgür değil “değişik” sıfatı eklenmiş; öyleyse değişiğiz.