Okulun, hayalimde canlandırdığım kadar romantik bir öğrenim yuvası olmadığını kısa zamanda anladım. Tecrübesiz genç aklımın rüyaları gittikçe azaldı ve günlük yaşamın ışığı altında soldu. Üniversiteye gitmenin dezavantajlar da olduğunun farkına vardım.
Aklın yolunda ben de en az herkes kadar özgürdüm. Hocalarımın birer akıl abidesi olduklarına inanıyordum. Sonradan başka türlü düşünsem de bunu kimseye söylemeyecektim.
Kendi düşüncelerimi okuduklarımdan hâlâ ayırt edemiyorum çünkü okuduklarım kendi aklımın ve yaratıcılığımın bir parçası haline geliyor. Hemen her yazdığım, dikiş dikmeyi öğrendiğimde diktiğim yama işi gibidir; yama işinde kadife ve ipek parçalarının yanına dokunuşu o kadar da hoş olmayan daha kaba kumaşlar eklenir. Benim yazılarımda da kendime ait dobra sözlerin arasında okuduğum yazarlara ait parlak düşünceler ve olgun fikirler vardır. Bence yazı yazmanın en zor yanı eğitilmiş bir aklın, karmaşık düşüncelerimizi, yarım duygularımızı, yarım düşüncelerimizi kağıda dökmesidir. Yazı yazmak bulmaca çözmeye benzer; aklımızda bir resim vardır ve yaptığımızın o resme benzemesini isteriz. Kimi zaman yazdığımız sözcükler yerine uymaz ya da sığmaz ama biz yine de denemeye devam ederiz çünkü bizdeb önce başarmış olanlar vardır ve bizim de pes etmeye niyetimi yoktur.
Stevenson'un dediği gibi, genç yazarlar kendilerine güzel gelen her şeyi taklitten hoşlanırlar. Büyük insanların çoğu ancak, yılların kazandırdığı tecrübelerden sonra
fikirlerini süzgeçten geçirmeyi öğrenirler.