"karıcığım;
Senin kaç yaşında olduğunu
Ne düşündüm şimdiye kadar
Ne de bundan sonra düşüneceğim.
Sen üç yaşındasın bebeğim
Tombul, pembe beyaz
Şirret, şirin ve yaramaz
Sen on sekiz yaşında sevgilimsin
Kocaman gözlü, ince bilekli geyik
Sen anamsın, altmış yaşındasın.
Sen yaşı ve cinsiyeti olmayan arkadaşsın;
Büyük kavgamda beraber dövüştüğüm;
Bana nasihatlerin en doğrusunu veren
Ve tehlikelerde kanatlarını üstüme geren.
Senin kaç yaşında olduğunu
Ne düşündüm şimdiye kadar
Ne de bundan sonra düşüneceğim.
Ve inanamıyorum ki bir kış günü dünyaya geldiğine.
Sen mutlaka baharda doğmuş olmalısın
Toprak uyanırken."
"Senin adını
Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
Ne sapı sedefli bir çakı var,
Ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
Gökyüzünü başımın üstünde görmek yasak bana...
(...)
Ve tıpkı o eski
Acıklı hikayelerdeki
Yalınayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
Mavi gözleri ıslak
Kırmızı, küçücük burnunu çekerek
Senin bağrına sokulmak istiyor.