Özetlersek: Tüketim, günümüz aşın üretim toplumunun bel ki de en önemli sahip olma biçimidir. Tüketilen şeyin kişiden geri alınması imkânsız olduğu için, bu durum korku duygusunu azaltmaya yarar. Ama her tüketilen şey, tüketildiği andan itiba ren. tüketiciyi tatmin edemez hale geldiği için de. insanlar yeni den ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalmaktadırlar. Bu çarkın sonu bir türlü gelmeyince, hep tatminsiz bir çırpınış içinde bocalayan modem tüketiciler, kendilerini şu formülle ifadetmektedirler: "Ben, sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dı şında bir hiçim."
Eylemleri, sahip olmak tan- danslı (eğilimli) isimlerle birlikte kullanmak, dili mahvetmek demektir. Çünkü süreçler ve eylemlere sahip olmak mümkün değildir, onlar yalnızca yaşanırlar.
Albert Schweitzer 1952'de Nobel Barış Ödülü'nü almak üze re Oslo'ya geldiğinde, bütün dünyaya şöyle seslenmişti: "Olay ları olduklaıı gibi görmeye cesaret edelim. İnsan insan yükselmiştir... Ama insanüstü güce erişmenin gerektirdiği, insa nüstü akılcılığı gösterememektedir. Artık şu gerçeği itiraf etme nin zamanı gelmiştir sanırım: Üstün insan, gücünün artmasıyla birlikte, gerçekte zavallı ve acınacak insan haline gelmiştir... Uzun süredir anlamamız gereken bu gerçeği, şimdi lütfen kabul edelim. Üstün insan olmakla, gerçekte, insan dışı bir varlık ol duk biz."
Günümüzde giderek yayılan hayal kırıklığını daha iyi anla yabilmek için, bu büyük vaadin genişliğine ve endüstri çağında maddesel ve ruhsal alanlarda ulaşılan muhteşem gelişmelere bir göz atmak yetecek. Artık birçok insan, endüstri çağının verdiği sözleri ve büyük vaadleri yerine getiremeyeceğini anlamış du rumda. Çünkü biliyorlar ki, mutluluk ve en büyük hazzı tatmak, tüm arzuların yerine getirilmesinin bir toplamından ibaret değil dir. Yaşamımızın efendisi olmak düşleri, hepimizin bürokrasi makinasının birer çarkı olmamız karşısında, suya düşmüştür.
Duygu, düşünce ve tutkulanmız, kitle iletişim araçlarına ege men olan endüstri ve devlet güçleri tarafından yönlendirilmektedir.
Erkekler ve belirli bir ölçüye kadar da kadınlar, yeni bir öz gürlük duygusunu yaşamaya başlamışlardı. Artık herkes kendi yaşamının efendisiydi. Feodal dönem yıkılmıştı ve zincirlerin den sıyrılan herkes, her istediğini yapma
hakkını elde etmişti. En azından o sıralar öyle sanıyorlardı. Özgürlük, toplumun da ha çok orta ve üst sınıflannda rastlanılan bir olgu olmasına rağ men, toplumlarda egemen olan genel kanı, endüstrileşme hızla ilerledikçe, özgürlüğün toplumun tüm bireylerine yayılacağı
yolundaydı. Ulaşılmak istenilen düzey, kadın ve erkeğin birbirine eşit olduğu ve evrensel bir burjuvazi diye adlandırılabilecek olan, herkese eşit ve ortalama bir yaşamın sağlanmasıydı.
İnsan imkânları ölçüsünde, varolduğu andan itibaren doğaya egemen olmaya çalışmıştı. Ama endüstri çağı başlayana dek, bu imkânları oldukça kısıtlıydı. İnsanların ve hayvanların güçlerinin önce mekanik, sonra da nükleer enerji ile karşılanma sı, hatta insan zihninin yerini giderek bilgisayarlara bırakması, endüstriyel gelişimin, sınırsız üretim ve sınırsız tüketimi sağla yacağı yolundaki inancın güçlenmesine yol açmıştı. Böylelikle insanlar, tekniğin aracılığı ile "en güçlü" ve bilimin aracılığı ile de "herşeyi bilen" olacaklarım sanmaya başladılar. İnsan kendi ni öylesine güçlü görüyordu ki, artık içinde doğayı yapı taşı ola rak kullanarak, ikinci bir dünya yaratmak umudunu taşıyordu.
Kitapta geçen kürk mantolu madonnaya duyduğu hayranlığı anlatır gibi bende yazarın betimleme gücüne hayran kalarak okudum… Sabahattin Ali işte yapmış tabiki….