Sonra o doğum günü faciası yaşandı. Ben beş yaşına
geldim diye oturmuş karalar bağlarken, bunu bir kutlama
havasına soktukları için annemle babama fena bozulmuştum.
Onları anlıyordum tabii. Kendilerince beni mutlu etmeye
çalışıyorlardı ama biraz daha iyi düşünmeleri gerekmez
miydi? Böyle küçük burjuva adetlerinden nasıl tiksindiğimi
belki bin kere söylemişimdir onlara. Netice itibarıyla yüzünü
görmek istemeyeceğim ne kadar akraba, komşu ve tanıdık
varsa bizim eve doluştu. Hepsi de hediye niyetine bir sürü
boktan şey getirmişti. Sadece hayatını bir askerlik şubesinin
evrak kayıt odasında tüketen, annemin çocukluk arkadaşı
Gönül Teyze'nin getirdiği Dallas Gold marka, makul bir
şiddetle plastik mermiler atan tabanca hoşuma gitmişti.
Babam ise, şu ya da bu anaokuluna gitmemin bir
şeyi değiştirmeyeceği gerçeğini anlamış görünüyordu ve evde
yalnız kalmamın herhangi bir problem yaratmayacağını
savunuyordu. Kimbilir, belki içten içe anaokulu masrafından
kurtulmak da istiyordu. Ama bunun için ona hiç
gücenmiyordum. Bir devlet memurunun eti ne budu ne?
Çocuklarına işkence etmek için maaşının yarısını isteyen o
iğrenç sömürgenler utansın. Bir de ona o maaşı layık görenler.
Sonunda babam tartışmayı noktalayan ve kurtuluşumu
müjdeleyen kararını açıkladı: "Ecdadını sikerim ben
anaokulunun!"
...
Babamla ikisi işteyken benim evde yalnız
kalmamı istemiyordu. Nedense evdeki tüm ilaçları yutup
kendimi öldüreceğim gibi tuhaf bir düşünceye kapılmıştı.
Oysa kim böyle bir salaklık yapar ki? Kendini camdan aşağı
atmak varken.