M. Stirner'i okumadan önce 'egoist' kavramı hakkında yorum yapmak eksik bir anlatım olur kanımca.
Zira:
Egoist kimdir? Ya da Egoist olmak kötü bir şey mi?
Kötüyse bunca egoiste niye tapar, boyun eğer, sevgi sanarak onlara kendisini, bedenini adar insan? Peki biz neden egoist değiliz de hümanistiz? Hümanist olan bizler, kendi benimize neden bunca
Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın, diyor.
Peki ya boşluk?
Duymamak kendini bile.
Peki Kara delik?
Çekiminden kurtulamadığımız, yutarcasına içine çeken, bizi bizden alıp, bir nesne gibi tüketerek savuran günler.
Peki sen?
...
... insan denen hayvan ağırlığı altında ezen baskıların hiçbiri değil, yalnızca şu anlatamadığımız gücün erişebileceği kale, Arzunun Kibutzu, ne ruhun ne aklın yalnızca arzunun. Bu arzu denen şey ... her yanlışta, her atılışta, öne fırlayışta bizzat vardı. İnsan olmak buydu ... yoksunluklara ve başarısızlıklara, bozgunlara karşı sürekli başkaldırı insan olmak. Şairlerden çalınmış olan her şeye, herhangi bir yere duyulan güçlü ve yakıcı özlemin ... yaşamın kendini kaptırabileceği yerlerin, adların, unvanların karşısına dikilmek, insan olmak.
Neredesin, söyle nerede; bizler neredeyiz, bu günden itibaren anlatılması, açıklanması zor bir evrende iki noktayız biz. Yakın olmuşuz, uzak olmuşuz birbirimize ne fark eder. Bir çizgi oluşturan iki nokta, birbirine kah yaklaşan kah uzaklaşan.
Yeterince büyümedik biz Lucia . Bu iyi bir şey ama çok pahalıya mal oluyor. Çocuklar oyun oynar birlikte, sonra da saçlarını çeker, can yakarlar. Bu da böyle bir şey olmalı. Bunları yeniden yeniden düşünmek gerek.
Akıp giden zaman değil, zamansızlıkmış. Ansızın gerçekleşir bu karşılaşma. Kosmosun boşluğundan düşmek gibi bir boşluk. Düştükçe dipten uzaklaşmak sonra da kendi zamanının kollarında çıplak ve donmuş bir ağaç gibi üşümek…
Evet üşümek zamanın vahşi kollarında.
Tatar Çölü’nde donmuş bir ağaç gölgesine sırtını dayamış, o sarı, o toz boşluktaki gözler… Senden, benden, bizden başkası değil.
Varoluşun yokluğunda, Tatar Çölü, bitmeyen ama bir çırpıda okunan bir yaşam gibi. Bu yaşamda Giovanni Drogo oluyorsunuz, onun hayalleri, umutları bitmez tükenmez; ama asla gerçekleşmez. Tıpkı sizinkiler gibi.
Sayfalar boyu ilerlediğinizde içinizdeki korkmuş sesin:
“Umut, var ettiğimiz çürümüşlükten başka bir şey değilmiş.” çığlığı sarsıyor duvarlarınızı. Duymamak, bilmemek, kaçmak bu çığlıktan nafile. Çıldırasıya bir sağırlık istenci…
Kitabı okudukça kahramanın kendini tüketmesine, kendine duvarlar, mezarlar örmesine ve bunun adına umut demesine dayanamayıp” Aptalsın sen aptal! Umut diye bağlandığın şey kör bir bağnazlıktan başka bir şey değil. “derken buluyorsunuz kendinizi.
Öfkeyle kitabı kapatıp, zamanın zamansızlığında dolanıp dururken, kitabın sayfaları arasında kaybolmuşluğunuzu bir kez daha görüyorsunuz.
Tıpkı akreple yelkovanının aynı yörüngede dönüp durması gibi.
Sahi zaman gerçek mi, yoksa bir yanılsama mı?