Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tolgahan Muslu

Karamazov Kardeşler'deki Büyük Engizisyoncu hikayesini, tekrar dünyamıza gelen Hz. İsa'yı hapse atan Tomas de Torquemada' nın argümanlarını hatırlayın: Hz. İsa, şeytanın üç baştan çıkarıcı teklifini reddedip insanlığa özgür irade vererek büyük bir hata yapmıştır. Bu hatayı düzeltmek Kilise'ye düşecektir ve ayağına takılmasını engellemek için Allah'ın oğlunu ortadan kaldırmalıdır.
Reklam
Olayın özü şu: Maddiyatçılaşan ve şehirlileşen bir kesimin değişimin hızından endişeye kapıldığı ama gene pozitif yanlarından dolayı da aynı değişime sıkı sıkıya sarıldığı bir durumla karşı karşıyayız. İşin üzücü (ve geçmişi bilen bir insan için sıradan ve sıkıcı) tarafı ise şu: Gene namlunun ucunda kadınlar var; toplumlar ahlaki sınırların flulaştığı dönemlerde onları hırpalamasa olmuyor.
Kısacası tarih lineer bir süreç değil. Brezilya bayrağında ne yazarsa yazsın ya da Auguste Comte ne derse desin hep ileri gitmiyoruz. Toplumun ve bireyin temel ihtiyaçlarına karşılık gelen adetler öyle kolay yok olmuyor; eskiyi komple arkanızda bırakamıyorsunuz. Zaten böylesi çok basit olurdu ve mühendislerle tarihçiler arasında bir fark kalmazdı. Siz de huzur içinde Celal Şengör izleyebilirdiniz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Maffesoli'ye göre istediğimiz kadar bireyleştiğimizi düşünelim, gene de bizimle aynı fikirlere ve zevklere sahip insanlarla "yeni kavimler" (Fr. neo-tribalism) kurmadan edemiyoruz. Bu yeni kavimler tarihtekiler kadar uzun ömürlü olmayabilir fakat tıpkı onlar gibi ortak bir kimlik üzerine bina edildikleri ve insan psikolojisindeki bir ihtiyacı karşıladıkları için her yerde karşımıza çıkıyorlar. Emile Durkheim'ın modern dünyada dinin ortadan kalkmayacağını belirtmesindeki mantığa benzer bir durum var. Eskinin cemiyet bazlı ideolojileri (din) ve örgütlenme biçimleri (kavim, aşiret, boy, cemaat) modern dünyayı şekillendiren iktisadi, tıbbi ve teknolojik gelişmelere direnemezler, doğru ancak metamorfoza uğrayarak da olsa şu ya da bu şekilde varlıklarını sürdürecekler.
Bugün domuz yemenin bazı ateistler için bile tabu olması ya da içki içmenin mütedeyyinler için faiz gibi benzer günahlardan çok daha kötü algılanması da geçmişten gelen bir önyargının devamı aslında. Kimin ne yediği görünür bir şey olduğundan, grup içinden olanı grup dışındakinden ayırmayı kolaylaştırıyor çünkü.
Reklam
Aynı anda bu kadar çok kişiye aynı seviyede bir eğitimin sağlanamayacağı da ortada. Diplomalarıyla heveslendikleri statüye erişmek için kendini eğitme ihtiyacı hisseden beyaz yakalı kitlelerin bunda başarıya ulaşamamalarının bir önemli nedeni içinde bulundukları çalışma şartlarıysa bir diğeri de mensubu bulundukları sosyo-ekonomik sınıf; unutmayalım ki hiçbir fiyakalı kıyafet, pahalı şirket tatili ya da kiralık lüks araba, üretim araçlarına sahip olmayanların proleter olduğu gerçeğini değiştiremez. Akciğerlerinizde is, işliklerinizde leke, alnınızda ter olmaması işçi olmadığınız anlamına gelmiyor ne yazık ki.
Herkesin kendi mahallesinde üretilen kültürel metaları tüketmesi eklektik (seçmeci) bir tavrın önüne geçiyor. Hayatın her alanında birbirinden farklı kökenden gelen ögeleri karıştırıp tabuları yıkmakla böbürlenen modern insan, iş kültüre gelince duvarlarını yıkmıyor, yıkamıyor, her ağaçtan meyve koparamıyor. Kıyafetlerimizde gösterdiğimiz cesareti ve seçiciliği okuduklarımızda, dinlediklerimizde ve izlediklerimizde sergilemekten imtina etmemiz aslında dış görünüşümüzde vermeye hazır olduğumuz tavizleri içselleştirmekte ne kadar isteksiz olduğumuzun da gönülsüz bir itirafı.
Çöle gömülen Türk enerjisi, herhangi bir planın içine toplanır ve teksif olunursa, dört beş senede bir memleket yapmaya kâfidir. Türk enerjisi, ancak, plânlanmış, nizamlaşmış, inzibatlaşmış bir çarka takıldığı zaman mucizeler doğurur. Hiçbir tarafı yapılmamış olan bir vatanın bayrağı Kahire'ye dikilmek için havaya giden bu enerji, boş Anadolu'yu zengin ve ümranlı bir vatan yapmak için hiçbir vakit kullanılmadı. Şöyle bağıranlar: - Altın değeri ormanlarımız işlemiyor. - Paha biçilmez madenlerimiz toprak altında yatıyor. - Dünya değeri mahsullerimiz tekniksizlikten ölüyor. Haksızsınız: Biz, ormanlarımızı, madenlerimizi, mahsullerimizi ve sanayimizi değil, biz Türk'ümüzü işletmiyoruz.
Sayfa 136Kitabı okudu
Çöl bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri yoktu. Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi. Şeyh size kim olduğunuzu sorar, İngiliz misiniz? - Yaşa İngiliz! - Türk müsünüz? - Yaşa Türk! Siz vereceğiniz nişan veya altını hesap ediniz. O dakikada beklediğiniz iş yapılmıştır. İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan Bedeviler, dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı.
Ölüm sabahları, herkes birbiriyle ürkerek ve ürpererek konuşur. Fakat ertesi güne kadar her şey unutulup gitti. Paris'te her şey unutulmak için eğer on beş gün yeterse, şarkta bu, on beş saat bile değildir. Şarkta ölmemeye bakmalı...
Reklam
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.
Osmanlı saltanatı son bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap, yahut yarı Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rastgeliyordum. Osmanlı İmparatorluğunda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi. Suriye, Filistin ve Hicaz'da: - Türk müsünüz? Sorusunun birçok defalar cevabı: - Estağfurullah! idi.
Çıplak İsa, Nâsıra'da marangoz çırağı idi; Zeytindağı'nın üstünden geçtiği zaman, altında, kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. Kamame Kilisesi'nin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz. İçerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir. Anahtar bir hocada durur. Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya başka devletlerin... Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.
O vakitler, bu kadarcık ümit ve teşvik, bizi heyecanlandırmaya yeterdi. Üsküdar'dan entariyi kaldırmak, Merkez Kumandanlığı koğuşunda kadın döndürmemek, yahut sokakta aynı arabaya binen kadın ve erkeklerden karı-koca vesikası sormamak, hemen hemen devrimcilik gibi ileri davranışlardı. Gözleri Mustafa Kemal gününde açılmış olanlara, 1913 avuntuları ne kadar gülünç gelir.
En sağlam sütunlar üstünde durduğu sanılan devir, bir karton kale gibi yıkılmıştı.
40 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.