Güzel bir sabah elime yol kağıdını tutuşturdular, günde on altı saat, ayda otuz gün ve yılda on iki ay çalışarak on beş yıllık kürek boyunca topladım altmış altı frangı da verdiler. Varsın olsun, altmış altı frangımla dürüst biri olmak istiyordum ve bir papaz cübbesinin altındakinden daha güzel duygularım vardı pılı pırtımın altında.
"Madem yazı yazma imkanım var, neden bunu yapmıyorum? Ama ne yazacağım? Çıplak ve soğuk dört duvar arasına kapatılmışken, adımlarım özgür değilken, görüş alanımda bir ufuk yokken, hergün kapımdaki gözetleme deliğinin karanlık duvarda açtığı o beyazımtırak karenin ağır hareketini takip ederek gayriihtiyari meşgul olurken beni oyalayan biricik şeyle, biraz önce söylediğim gibi, bu fikirle, bir suç ve ceza, cinayet ve ölüm fikriyle tek başımayken, bu dünyada yapacak bir işi olmayan benim söyleyecek neyim olabilirdi ki? Bu pörsümüş ve boş beyinde yazılmaya değer ne bulabilirdim?
Çocuklara bakarken gözlerindeki ışık ne olursa olsun sönmüyor. Çünkü kliniğe girmek kalpten kalbe, gözden göze bir dalga gibi yayılan ruhun içine girmektir. Bu ruhta acıma değil, gurur gizlidir.
Yazmam gayet iyiydi, fakat sadece yazılı kelimelerle anlatılamayan, 'hissettirilemeyen' bazı duygular vardır. Yazmak, ölümsüz olabilir ama sesin yaptığı gibi iki insan arasındaki boşluğu kapatan bir köprü kuramaz.
Yıllarca karanlığa ve kendi küçük dünyasına hapsolmuş ve şimdi birden dopdolu dünyaya itilmiş, gün ışığını ilk kez görüyormuş gibi boş bakan ve bu yüzden gözü kamaşmış bir mağara adamı gibiydim.
Uğruna yaşayacağım bir şeyler istiyordum ama hiç bir şey yoktu. Hayatımın bir amacının, bir değerinin olmasını istiyordum. Ama yoktu. Boş ve anlamsız bir hayattı benimki.
Bu tür hikayeleri yazmaktan zevk alsam da sonunda üzüldüğümü farkediyordum. Çünkü ben ne kadar güzel şeyler hayal edersem edeyim gerçek hayatta bunları yaşayamayacağımı hatırlıyordum.
Aslında sol ayağımı hiçbir zaman, çok iyi tanımadığım insanların yanında kullanmıyordum. Çünkü bu, hem aptal hem beceriksiz hissetmeme yol açıyordu. Kendimi gösteri yapan bir maymun ya da bir fok balığı gibi hissediyordum.
Bir kaç ay sonra içimde yeni bir his belirdi; çok kötü bir his. Artık yalnızca mutsuz ve üzgün değildim, öfkeliydim de. Çarpık ağzım, yamuk ellerim ve işe yaramaz bedenim yüzünden bütün dünyaya kırgındım.