Şu anda ne gurur vardi içinde, ne
aşağılanma duygusunun yaratması beklenen direnç, ne öfke, ne
kavga isteģi. Zehra'nin ayağının dibine yatan, onun arada bir
tekmelediği bir fino olmak istiyordu; yeter ki onu görsün, koku-
sunu alsın, sesini duysun. Bu isteğin temelinde de hiç kuşkusuz,
kendisinin sevda yüzünden ne kadar perişan olduğunu Zehra'ya
kanitlama, bu yüzden değersiz varlığını sıfırlamanın artık bir
anlam taşımadığını belirtme isteği vardı. Ne yatak yorgan paralayan çilgin sevişmeler arzuluyordu artık, ne saygi görmek, ne
Zehra tarafından önemsenmek, ne aykırı fikirleriyle onu şaşirtmak, ne zekāsını göstermek, ne de hayran olmasıni beklemek..
Zamanında kalp atışları kadar güçlü bir biçimde duyduğu bu
arzularin hiçbiri yoktu artık. Ya ne vardi? Zehra nin havasını
solumak, yaninda olmak, arada bir onun sevecen bakışlarına, O da olmazsa en azindan anlayişina sığınmak. Hatta bunu sürekli
da olmazsa en azından anlayışına
hakaret görme pahasına yapmak.
Sen say ki
Ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri, koynuma almadım ihaneti
Ve say ki
Bütün şiirler gözlerini
Bütün şarkılar saçlarını söylemedi
Hele nihavent
Hele buselik hiç geçmedi fikrimden
Ve hiç gitmedi
Bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden
Bir süre sonra zehra'yi bir insan olarak düşünmediğini fark etti. İnsan degil de sanki bir kavram, bir hayal, olağandışi bir varlik olarak algiliyor, kutsallaştiriyordu onu.
Ben simdi merhameti
Ben simdi acıyı
Ben yarım kalmış, kanamis
Dallarimi keseceğim
Ben bitmiş bir aşkın
Gölgesinde zehirlenmiş hucrelerimi
tek basima temizleyeceğim
Ellerimi cam kırıklarıyla yoğurup
Ateşte durulayacağim.