Münzevinin gerçek felsefesinin, kendini izole etmekle doğrudan ilgili herhangi bir düşünceden ziyade, yaşamın basit gerçeği dolayısıyla düşmanca davranmaktan kaçınmak olduğunu sık sık düşünmüşümdür.
Fakat, dostlarım, ölüm yine de gelmesin;
Yaşamak istiyorum, düşünmek ve acı çekmek için;
Ve biliyorum, tadılacak zevkler var daha
Acıların, telaşların, kaygıların arasında
Eğer bir kadın kederler içinde
Ağlayarak, kimseye belli etmeden,
Alışkanlığa ve sağduyuya inat,
Bir gün aynaya bakmayı bırakırsa-
O zaman acısı ciddidir gerçekten.
Talihlidir ağaç, zor ulaşır ona duygular,
can duygudan yoksunluğu sertleştirir taşı,
yoksa ne bilinçli yaşamdan engin sancı,
ne can taşımaktan daha büyük bir acı var.
Sayfa 86 - Hayatın ve Umudun Şarkıları, Kuğular ve Öbür ŞiirlerKitabı okudu
Yürürken gördüler onu ölümle bir başına,
korkmaksızın onun tırpanından.
-Vurmada güneş kuleden kuleye; ve çekiçler
örs üzerinde- örsten örse ocaklarda.
Konuştu Federico
kur yaparak ölümle. Ölüm dinledi onu.
Cansız ellerinin vuruşları yol arkadaşım
daha dün dizelerimde çınlıyordu.
Tanrım, canımın parçasını söküp aldın ya benden,
kulak ver sesime bir daha, ulu Tanrım, yüreğim feryat ediyor.
Senin ilâhi takdirin Tanrım, karşı benim arzuma.
Ey Tanrım, yüreğim ve deniz, kaldık bir başımıza.
Giderek, asıl gerekenin "Avrupa'yı İspanyollaştırmak" olduğu sonucuna varıyordu Unamuno, çünkü İspanya'nın özünde Avrupa'da eksik olan şey vardı: ruhsal güç ve inanç.
Son Müslüman sultanlığı Gırnata'nın fethini anlatan romence'ler 16. yüzyıl boyunca İspanya'da dilden dile dolaştı. İşin tuhafı o romence'lerde Hıristiyanların öylesine önemli bir askerî bölgeyi fethetmiş olmalarından duyulan coşku dile getirilmiyordu, Mağriplilerin uğradıkları kaybın acısı anlatılıyordu.
Yirminci yüzyılda "ülkeyi bölen" Cumhuriyetçi güçlere karşı kendi Milliyetçi güçleriyle zafere ulaşması ve demir gibi bir diktatörlük kurması için Franco'nun pek yaratıcı olması gerekmeyecekti: Tarihten esinlenmesi ve ülkede yedi yüzyıl canlı kalmış, uyandırılması her zaman işe yaramış olan o eski "Haçlı ruhu"nu yardıma çağırması yeterli olacaktı.
Kendi dinsel inancına geçmişte öteki Avrupalıları şaşırtan ve ürküten bir tutkuyla sarılmış olan İspanyol insanı, aynı zamanda onlarda bulunmayan bir hoşgörüyle, ürkmeden bakar ayrı inançlara; yüzlerce yıl sürmüş birlikteliğin verdiği alışkanlık ve rahatlıkla. İber'de doğmak demek, ulusal kültüründen güçlü bir dinsel inancı devralmak olduğu kadar, ona karşıt ve onun kadar saltçı başka inançların bilincini özümsemek, hatta kimi durumlarda çekiciliğini duymak demektir. İspanyollara geniş bir bakış açısı sağlayan iyi bir çelişkidir bu.