Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Meczup

Meczup
@_Fisebilillah_
16 okur puanı
Nisan 2024 tarihinde katıldı
"Orda, sabaha karşı bir çocuk ölür sessiz, Burda ben..."
Reklam
Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği her şeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.
Mün'imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halâs ancak ihlas iledir.
Reklam
İman bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder. Küfür ise bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki mü'minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adâvet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur. Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mü'min ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü'mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten). Yoksa dünyada dahi mü'min yüz derece ziyade mesuddur, denilmiştir. Ve keza iman, insanı ebediyete, cennete lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.
Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle, safalarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm. Ruhu fâsid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez. Çünkü bütün kâinatla alâkadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense bir Rabb-i Vâhid, Semî' ve Basîr'e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?
Bütün meşguliyetlerimiz; akıllar, bedenler, görüntüler, gösterişler üzerine oldu.
Müslümanlar şehadet arzusuyla savaşıyorlardı. Düşmanları ise hayatta kalma arzusuyla savaşıyorlardı. Ölümü isteyenle hayatı isteyen, iki ayağıyla ölüme koşanla rahatını bozmamak için onu kendinden uzak tutan, ölmek için ve şehadet nimetini elde etmek için savaşanla yaşamak, mutlu ve kıvançlı olmak için savunma yapan kimse arasında ne büyük fark vardır.
Kendilerini ona yaklaştıran her şeyi sevdiler. Kendilerini ondan uzaklaştıracak her şeyden de rahatsız oldular.
Reklam
İslâm tarihindeki genişleme ve daralma (med-cezir) ve Müslümanların durumları imandaki genişleme ve daralmaya, dinden doğan maneviyatlarının gücüne bağlıdır. Bu ümmetin kaynağı kendi iç dünyası o da kalp ve ruhtur. Kalp Allah'a, Resûllah (s.a.s.)'a ve ahiret gününe imanla hayat bulur, ruh dinin ilkeleriyle, İslâmî ahlâkla arınır,
"Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla..."
Mâlik-i Hakiki'den gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur. Evet, taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakiki'sini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da bilhassa esbabı kendisine kıyas ile hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesile ile Allah'ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.
İnsan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû-i zandır. Sû-i zan ise maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.
148 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.