Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşama tekrar devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu. Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusunu kastetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?
Ay Sarayı, babalığı hüsrana uğratabilecek engeller üzerine bir roman: Müstakbel veya fiili babalıkları konusunda kayıtsız, aşırı hevesli ya da zıt duygular yaşayan erkeklerle dolu. Başkahraman Marco Stanley Fogg, babasını hiç tanımamış ve 11 yaşındayken ölen annesi tarafından büyütülmüştür. Daha sonra, Victor Amcasının yanında, canayakın ama duygusal açıdan ilgisiz olan ev halkıyla yaşamaya başlar. Victor ölünce büyük kitap koleksiyonu Fogg'a miras kalır ve evsizlik, iflas gibi olaylardan kurtulmak için kitapları parça parça satar.
Oldukça yaşlı, çokeşli bir babanın çocuğu olan Kitty Wu, Fogg'u kurtarır ve birbirlerine aşık olurlar. Garip, münzevi bir ressam olan Thomas Effing'in yaşam hikâyesini kaydetme işini bulur ama bu istikrar dönemi kısa sürer. Fogg, Effing'le tuhaf bir bağ kurar ve onu manevi akıl hocası olarak benimser. Ardından Fogg, Effing'in aslında baba tarafından dedesi olduğunu keşfeder. Effing'in isteği üzerine, Fogg sonunda biyolojik babasıyla kavuşur ve onunla yoğun ama kısa bir ilişki paylaşır.
Kitty'nin hamileliği, kendi moral bozucu deneyimlerini telafi etmek için bir fırsat yakalayan Fogg için sembolik bir boyut kazanır ancak aşkları, boğucu tutumunun sebep olduğu karşılıklı ihanet hissini atlatamaz. Sonunda Fogg yalnız kalır ama elinde yeni keşfedilmiş berrak bir kavrayış gücü vardır belki de.
Ay SarayıPaul Auster · Can Yayınları · 2014656 okunma
Ne tuhaf.Bizi koruyan kollayan insanlar vardır etrafımızda.Hiç fark etmesek de onlar oradadır daima.Karşılık ya da minnet beklemeden,sadakatle,sevgiyle,sessizce...Nice sonra anlarız kıymetlerini.Hep geç kalırız teşekkür etmekte...