yazmadım seni daha,
sevmeye ayırdım tüm zamanları,
yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
ben düşünmeye başlayınca seni
-ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok
öncedir-
inan ki dağlar, taşlar,
inan ki bulutlar, yağmur ve kar
toprakla su ve gökyüzü,
güneş ay ve yıldızlar
onlar da benimle birlikte
ve onlar da benim kadar seni düşünürler...
hep dalgınım bu günlerde
saati cezveye koyup yumurta tutuyorum,
bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
aklım başıma gelmiyor,
başıma çarpmadan dallar
yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum.
nisan'a kaç var diyorum saati sorarken.
hiç böyle olmamıştım.
bilenlere sordum;
'aşk bu' dediler.
İçindeki güzelliklere ve yaratma ihtirasının sancılarına rağmen, asıl mücadelesi Ruth’a ulaşmaktı. Öncelikle ve daima onun âşığıydı. Diğer her şey aşkın yanında ikinci plandaydı. Martin’in aşk macerası, düşünce dünyasındaki macerasından daha büyüktü. Karşı konulmaz kuvvetlerin itici gücü uyarınca atomlardan ve moleküllerden oluşan dünya, sırf bunun için hayranlık duyulacak bir yer değildi; onu güzel yapan, içinde Ruth’un yaşamasıydı. Hayatında bildiği, sezdiği veya hayal ettiği her şeyin en muhteşemiydi o.
Öte yandan şimdiye kadar yaptıklarından çok daha fazlasını yapabileceğini söyleyen karışık bir mayanın içinde harekete geçtiğini hissediyordu. Dünyanın muhteşem güzelliğinden azap çekiyor, Ruth’un da burada olup bu güzelliği kendisiyle paylaşmasını istiyordu. Güney Denizi’nin güzelliğinden ona küçük küçük parçalar sunması gerektiğini düşündü. Bu düşünceyle alevlenen yaratıcı ruhu, bu güzellikleri sadece Ruth için değil, daha geniş bir kitle için yeniden yaratmak üzere dürttü onu. Sonra büyük bir ihtişamla o büyük fikir geldi aklına. Yazacaktı. Gördüğünü dünyaya gösteren bir göz, duyduğunu âleme duyuran bir kulak, hissettiğini insanlara duyumsatan bir kalp olacaktı.
Bütün çocukluğu ve gençliği boyunca belirsiz bir huzursuzluğun sıkıntısını çekmiş, ne istediğini hiç bilememişti. Ruth’a rastlayana kadar ne olduğunu anlayamadan boşu boşuna arayıp durduğu bir şey istemişti hep.
" It gets easier. Everyday it gets a little easier. But you gotta do it everyday, that's the hard part. But it does get easier. "
(Kolaylaşıyor. Her gün daha kolay oluyor. Ama her gün yapmak zorundasın, zor kısmı bu. Ama kolaylaşıyor).
Kurdukları ve yaşadıkları hayat tarzı, anne-babanın tercihidir, fakat bu tercihin, çocuklarının da tercihi olmayabilecegini ve bunun son derece doğal bir hak olduğunu birçok aile akıl edemeyebiliyor.