Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

acheron

acheron
@acheronriver
bütün dünya dillerinde kafama sıktım, sessizliği kolluyorum.
193 okur puanı
Eylül 2017 tarihinde katıldı
milli ülkünün yokluğu, türkler’i milli ekonomiden yoksun bıraktığı gibi dilinin sadeleşmesine ve güzel sanatlarda milli üslûpların doğmasına da daima engel olmuştur. bunlardan başka, milli bir ülkü olmadığı için, şimdiye kadar türk ahlâkı da kişi ve aile ile bağımlı olarak kaldı. sosyal dayanışma, milli onur ve fedakârlık gibi duygular aile, köy ve kasaba çevrelerini aşamadı.. ümmet mefkûresi çok geniş, aile mefkûresi ise çok dar çevreli olduğu için türk ruhu, fedakârlık ve kişisel çıkarlardan vazgeçme duygularına temel olacak kuvvetli ve hayat dolu bir ahlak görüşüne de yabancı kaldı.
Reklam
devlet, var olan bir milletin (nation de fait), milliyet duygusu ise var edilmesi istenen milletin (nation de valonté) özü demektir.
genç adam millet denilince naim efendiler gibi fosillerle senihalar ve faik beyler tarzında sefil iştahlı yaşayanları hatırlıyordu. millet, ona bazen kilometrelerce toprak üzerinde yığılmış bir kocaman ceset halinde görünüyordu. bu cesedin üzerine dünyanın dört köşesinden çıkmış bir sürü haşerat hücum ediyor ve kendi kıyafetinde alay alay insan bu haşeratları dağıtmaya koşuyordu. evet bu genç adam istemeyerek, bilmeyerek, naim efendi hıçkırıklarına devam etsin ve seniha almanyalı, avusturyalı zabitlerle rahat rahat çay ziyafetleri verebilsin diye bir hafta sonra çanakkale’ye, hayatına doymadan ölüme gidecekti. genç adamın ani buhranı çok uzun sürmüyor kendini topluyordu. hayır! hayır! millet denilen şey naim efendi gibi fosillerle, senihalar ve faik beyler gibi sefil iştahlı insanlardan mürekkep bir varlık değildi. bunlar milletin çürüyen ve dökülen tarafıydı. ve havaya kalkan sekiz yüz bin kılıç işte bu kangren olmuş uzvu kesip atmak içindi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
eski müverrihlerin hayatında zuhur edecek büyük hadiselerin gökte ve yerde bir takım alametlerle belirdiğini söylerler. eğer bu doğru ise naim efendi de yeni başlayan devrin eşiğindeki korkunç hayaletlerden biridir. hiç şüphesiz arkamızda bıraktığımız mazinin son feryadı ve önümüzde hissettiğimiz uçurumun ilk ürpertisi naim efendidir. istanbul’da artık parmakla sayılmaya başlayan osmanlı konaklarından birini, naim efendinin konağını, böyle hafif bir ökçe darbesiyle ta temellerinden yıkıveren mahluk hiç şüphesiz herkesten ziyade naim efendinin eseriydi.
zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok adetler değişti. hele mısırlıların üşüşmelerinden sonra boğaziçi’nde yalısı, köşkü olup da kiraya vermekten sakınanlara ya çok zengin ya çok hesapsız gözüyle bakılıyor.
Reklam
siz sevgiyi destanlarda, çoban muaşakası masallarında, romeo ve juliet’te olduğu gibi anlıyorsunuz. o ise ingilizlerin flört dedikleri muaşaka tarzından başkasını bilmiyor. flört görgü kurallarının gerekliliklerinden bir şeydir. halbuki aşk, sizin ve benim bildiğim aşk öyle mi? bu bir vahşi kuştur ki, bir salonda bir eğlence ve bir süs gibi dizden dize, omuzdan omuza dolaşması şöyle dursun, gagasının dokunduğu yerde kanamadık et, parçalanmadık kumaş, kanadının havasında devrilmedik eşya, kırılmadık saksı kalmaz. o kadar vahşi, serkeş ve haşindir.
teessürleri asla bir öfke derecesine varmazdı. zira gördüğü ve işittiği şeylerin hiçbiri garabetlerinin derecesi itibariyle havsalasına sığacak bir mahiyette değildi. kızmak veya gücenebilmek için mutlaka biraz anlamak lazımdı.
osmanlılar hiçbir zaman bu istanbul’un devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar. tanzimat-ı hayriyye’nin en büyük eseri, istanbulinli istanbul efendisidir. bu kıyafet dünyaya yeni bir insan tipi çıkardı ve türkler bu kıyafet içinde ilk defa olarak vahşi asya ile haşin avrupa’nın arasında gayet hususi yeni bir millet gibi göründü. yaşayış ve giyiniş itibariyle şimal kavimlerinden daha sade ve daha düşünceli olan bu millet, duyuş ve düşünüş itibariyle akdeniz kıyılarındaki medeniyetlerin bir hülasası şeklinde tecelli ediyordu. ağır kavuklu, alacalı, kesif yeniçerilerin demir çarıklarının çiğnediği bu toprakta hangi tohum, hangi hava bu çiçeği veriyordu? zira bu beyaz pantolonlu, beyaz yelekli ve lüstrin kaloşlu türkler, ince bir halattan ibaret endamlarıyla biraz evvelki boğum boğum adamlara hiç benzemiyorlardı.
mensup oldukları milletin itikatlarını, gazalarını, hezimetlerini, elem ve neşatını terennüm eden o büyük halk ve millet şairleri benim için daima mübarektirler. şair denilen mahluk biraz evliya ile kahraman arasında bir şey olmalıdır; garb'ın ve şark’ın eski şairleri böyleydi. onun içindir ki hâlâ hepimize tükenmez birer membadırlar. son devrelerin ortaya çıkardığı cüceleri bir takım dolaşık yollardan sürüne sürüne bu membalara doğru gidiyorlar ve bize orada kâh bir tas, kâh bir avuç, kâh bir katre su getiriyorlar. bütün bu cüceler bizim nazarımızda bu getirdikleri suyun miktarı derecesinde aziz ve kıymetlidirler.
kıblenin değişmesi, hz. muhammed'in en yaratıcı dinsel hareketi olarak kabul edilmiştir. yüzlerini kudüs’ten mekke'ye dönmek­le müslümanlar sadece allah'ın kendisine yöneldiklerini ilan ediyorlardı. yüzleri allah'ın tek dinini, savaşarak mezheplere bölmekten so­rumlu iki dinden bağımsız kabe'ye dönük halde secde etmek­le, o yapıyı inşa eden adamın ilk ve saf inancına dönüyorlardı.
Reklam
hz. muhammed medine'deyken, ibrahim hakkında daha fazla bilgi edindi. kurtuluş tarihiyle ilgili yeni krono­lojik bilgisiyle, ibrahim'in musa ya da isa'dan daha önce ya­şamış olmasının önemini artık kavrayabiliyordu. dolayısıyla, musa'nın ve isa'nın sonuçsuz bir tartışmanın içine sıkışıp kalmış gibi görünen takipçilerinin hem tevrat hem de incil'den önce yaşamış olan ibrahim'in saf dinine bazı yararsız yenilik­ler getirmiş olduklarını düşünmek mantıksız değildi. “ibrahim ne yahudi ne de hıristiyan idi. fakat o, hanif bir müslümandı. allah'a ortak koşanlardan da değildi. şüphesiz, insanların ibrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar bir de bu peygamber (muhammed)ve müminlerdir. allah da müminlerin dostudur.” 3:58-62.
erken dönem hıristiyanlar da "ilerleme"nin korkusuzca ileri doğru yürümek değil, ideal­leştirilmiş geçmişe dönmek olarak algılandığı roma'da ben­zer bir deneyim yaşamışlardı. pagan roma tanrıları, devletin koruyucuları olarak görülüyordu: eğer kültleri ihmal edilirse, tanrılar da korumalarını kaldırırdı. bu, roma paganizminin hoşgörüsüz bir din olduğu anlamına gelmiyordu; yeni tanrılar romalıların antik ilahlarının yerini almaya çalışmadığı sürece, herkes istediği gibi dini özgürlüğe sahipti. bu pagan ilahlara hak ettiklerine inanılan saygıyı sunmayarak,­ hristiyanlar bir tabuyu çiğnemişlerdi. şehitlerin karşılaştığı korkunç son, roma ruhunu ne kadar derinden tehdit ettiklerinin göstergesidir. parçalanmış bedenleri, insanların bir bütün olarak bu "ateizm"e katılmadıklarına dair tanrılara sunulan bir kanıttı.
ahiret günü sembolü, toplumsal sorumluluk karşısında bireysellik kavramını koyuyordu. kur'an, birçoklarının güvendiği kabile servetinin ve gücünün ahiret gününde onlara hiçbir yarar sağlamayacağı konusunda kureyşlileri uyarıyordu.
sadece insanoğlu islam inancını seçme, hayatını varlığının kaynağına odaklama özgürlüğüne sahiptir. bunu yapmakla keyfî davranan bir diktatöre değil, temel kanunları evreni yöneten güce boyun eğmektedir.
varaka b. nevfel, bir peygamberin kendi ülkesinde asla onurlandırılmadığını, bunun tarihte bir örneği olmadığını üzülerek söyledi.
954 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.