“Ama bu
uzlaşmaların da gerçekçi olması gerekir. Düz bir tuvale resmedilmişse ve her
yerde varsa, ağaçları orman olarak kabul ederiz. Yeterince gerçekçi bir
uzlaşmadır bu. Öte yandan denizi orman olarak kabul etmeyiz. Edemeyiz.
Duyularımızla çelişir. Yoksa o iki divanenin abuk sabuk sözlerini,
kıvranmalarını, acılar içinde eğilip bükülmelerini sen de aşkın inandırıcı bir
resmi olarak kabul edebilirdin veya daha doğrusu etmek du durumunda kalırdın.”
Yarabbi , adaletin bu mu
Kuş uçar , yılan sürünür
Düşünmek istemem fâni olduğumu
Verdiğin nimetlere şükür
Yarabbi , adaletin bu mu
Yaşayan yaşar , ölen toprağa gömülür
Ve hayat sadece bir arzu mu
Bizi korkutan ölüm müdür
Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana;herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını...