"Daha önce tecrübe etmediğim ama sana bakarak öğrendiğim bir gerçek var," dedi Ediz uzun bir sessizliğin ardından. "İyiliğin ve merhametin bir güçmüş. Kötülük ve zekice yapılmış hamleler insanları sindirip köşeye sıkıştırırken asıl kalbe dokunan iyilik ve merhametmiş. Tüm bu insanlar senin içindeki iyiliği ve merhameti bildikleri için seni sevdiler ve onların sevgisi şimdi seni koruyor."
Sonunu görmek istediğin yolda, seni kör eden inanca bir çift gözden daha fazla ihtiyacın vardır.
Bunu biliyordum. Ayrıca bütün gözler taşıdıkları inançsızlıkla baksa da bir insanın kendine olan inancı tüm dengeleri değiştirebilirdi.
Düşüncelerim dile geldi ve kendimi konuştuğumuz şeyden bağımsız bir şekilde, "İnsanları nasıl bu kadar iyi tanıyabiliyorsun?" diye sorarken buldum. Bakışlarımda belirgin bir merak olmalıydı.
Gözlerimdeki merak, bakışlarındaki sertliğe şefkat tohumları ekti.
"İnsanı insan yapan duygularıdır," dedi. "Sadece onları birbirimizden daha farklı ifade ediyoruz. Çok farklı görünsek de hepimiz özümüzde aynıyız ve kendine yeterince dürüst olur, kendini yeterince iyi tanırsan bütün insanları tanırsın."
İnsan kendi içinde bir bilgiye ulaşamazsa bu ona sahip olmadığı anlamına gelirdi ve kişinin o bilgiye ulaşmak için çabalaması gerekirdi. Savaşmayı bilmiyorsam savaşanları izlemeliydim.
Korku, eğer onu kontrol edersen tehlikelere karşı uyanık kalman ve savaşman için bir motivasyondur. Eğer korku seni kontrol ederse bir kelepçeye dönüşür, seni kısıtlar ve kararları veren o olur.
Toplumları doğuran kadınları kişi olarak göremeyen, karanlığa iten toplumlar, mazeretleri ne olursa olsun, yok olmaya, yağmalanmaya ve köle olmaya mahkûmdurlar, çünkü kölelik anneden geçer.
Yağmalanmış her anlam, işlenmiş her günah, yenmiş her hakkın dersi, mutlaka yağmacısına geri dönecek, bir kâbus olarak sunacaktı öğretisini. Bu hep böyleydi. Anlamak için çabalayanlarla, anlamdan kaçan yağmacılar arasında süren savaş, öyle bir şiddetteydi ki ya cehennem kazanacaktı ya da cennet... Ve insanoğlunun nereye ait olduğunu, neyi hak ettiğini galip gelen taraf belirleyecekti.
İnsan nereye aitti?
Süregelen, her nesilde yenilenen bir cehennemin acısı ile ancak hayattan dayak yiye yiye insanlığını acı ile keşfettiği bir gerçekliğe mi, yoksa anlamaya adanmış bir cennetin huzurunda, hayatla birlikte akarak zenginleşmiş ortak bir bilincin anlamlandırdığı bir gerçekliğe mi?
İnsan nereye aitse onu gerçekleştirecekti.
Genç adam ayağa kalktığında herkese iyi akşamlar diledi, masadan ayrılırken sarhoş gibi sendeledi ama sarhoş olmadığını biliyordu Robert, bu kadar usta hile yapabilmenin birinci kuralı ayık bir zihindi. Sarhoş olmayı âdet haline getiren hiç kimse herhangi bir karmaşık işin altından kalkacak kapasitede değildi.
Gerçek sevgide hiçbir zaman kontrol yoktu. İnsan sever. Aniden, çoğu zaman nedenini bilmeden. Astrologlar gezegenleri, din adamları kaderi, edebiyatçılar romantizmi, pragmatikler koşulları, depresifler can sıkıntısını... herkes bir şeyleri sorumlu tutar bir başkasına karşı hissettikleri sevgiden ama sorumlusu ya da nedeni ne olursa olsun, bedenimiz tarafından üretilmiş en muhteşem kimyasallardan biridir sevgi. Varoluşun sırrıdır.
Verilen her değerin ve dolayısıyla o değere sahip çıkmak için kendini bir şövalye gibi ortaya koyan çabanın da hammaddesidir. Sevgide çabayı mayalayıp değere dönüştürebilenler, Ülkü ve Selim gibi gerçek aşk ile tanışırlar. Ama her sevgi çabaya dönüşmez, yani aşk öyle kolay mayalanamaz, doğamaz.
İşte bu yüzden çabaya âşıktır aşk.
Hissedenin kudretine, sadakatine ve en önemlisi samimiyetine bağımlı olarak koyar kendini ortaya coşkulu bir fütursuzlukta... Köklerini coşkunun plansızlığından alan sevgi değere dönüştüğünde ancak o değerden aşk doğar, kömürün elmasa dönüşmesi gibi, basınca, zorluklara ve hayatta kalmak için de en önemlisi çabaya ihtiyacı vardır aşkın. Aşk çabadır. Emektir. Gayrettir. Mücadeledir... En çok da kişinin kendisiyle mücadelesidir.
Ülkü ve Selim... hayatın içinde kendilerini arayan iki ruhtu, önyargılarından sıyrılabilen herkes gibi, kendilerini zıtlıkların içinde birbirlerinde buldular.
Önyargılarından sıyrılamayanlarsa hep kayıptılar.