Biz ne zaman içsek,
Sabah akar meycinin cebine
Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.
Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü,
Çırıl bir efkar sözcüğü
Delikanlı kıvamında sevda değilse de
Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık
Biz ne zaman içsek,
iç değilizdir aslında.
✿✿✿
Saniyenin adını değiştirip 'okumak' diyelim. Yelkovanın adını 'düşünmek' akrebinkini ise 'netice' koyalım.
Yani:
‘Birinci çubuk: Akrep= Netice.
İkinci çubuk: Yelkovan= Düşünmek.
Üçüncü çubuk: Saniye= Okumak’
Şimdiyse üçünü birbirine bağlayan şu ufacık halkadan 'düşünmeyi' yani yelkovanı çıkaralım. İşte... saniye ne kadar devir dönerse dönsün, akrep hiçbir ilerleme kaydetmez, kaydedemez.
...
Düşünme hasletinden bağımsız bir okuma, kişiyi asla neticeye götüremez. Bireyin tefekkür teçhizatı ile yaptığı okumadan tezahür eden netice, kişiyi daima yeni bir yolculuğa çıkarır.
✿✿✿
youtu.be/lNQqO0NkqXg?si=...
İçmişim sarhoşum bugün
Tutamam dilim vallahi
Yarim ile hoşum bugün
Unuttum ölüm vallahi
Dünya tümden boş geliyor
Yarim bana hoş geliyor
Her sevdikçe coş geliyor
Severem yarim vallahi
Helal bana yar lokması
Hac'c-ı kabem meyhanesi
Kelp rakibin ürümesi
Kesemez yolum vallahi
Varsın yar bana darılsın
Kolum boynuna sarılsın
Çözülen kollar kırılsın
Çözemem kolum vallahi
Girsem koynuna gömleksiz
Uyusa da sevsem sessiz
Uyansa dese edepsiz
Çekemem elim vallahi
Latife'm çok hayasızam
Çok severim çok yüzsüzem
Ar/ namustan habersizem
Çalaram sazım vallahi
Zaman en iyi arkadaş mı insana
Yoksa sen misin güzelleştiren
Cümle anlarımı, özledim seni
Gün doğarken uyanmak yanında
Ah şiir ve ben yüreğime dokunan
Sen imkansız diye bir şey var mı ?
Seni tanıyınca yok diye bildim
Dakikalar, anlar sana gelmem
İçin ardı sıra giden yelkovan
İle akrep ah sen
Gecem, gündüzüm
Geçer apansızın
Biz sanıyoruz ki yılda 365 gün vardır. Bu ölçülmüş bir zamandır. Meselâ bir saatin üzerinde akrep ve yelkovan seyrediyor. Biz buna zaman diyoruz. Acaba zaman bu mu? Hayır. Bu, yepyeni bir şey. İnsanlar buna burjuva medeniyetine geçmek üzere iken rağbet ettiler. Dakika diye, saat diye bir şey çıkardılar karşımıza. Niye ezânî saatle bu saat birbirine uymuyor? Bu zaman başka zaman, bizim zamanımız başka zaman. Meselâ bize tatil yaptıranlar, işte bizi bu ölçülen zamana sokuyorlar. Bize, saat 9.00 da işbaşı yapacaksın, 17.00 de de çıkacaksın diyorlar. Meselâ adam ebrû yapıyor, bu arada da şiir yazıyor. İşte burada o adam, hayatını yaşıyor; zamanı filan değerlendirmiyor. Tat alıyor yaşamaktan. Kendini dünya ile münasebettâr kılıyor. Bugün böyle değil. Biz, sadece bizi ite kalka sürükledikleri yerlere gidiyoruz. Oralarda onların istedikleri şeyleri yapıyoruz. Bizi, ertesi günü işbaşında olabilelim diye bırakıyorlar 17.00 de; yoksa ebediyyen oralarda tutacaklar. Uykumuzu onun için uyutuyorlar, tatil dedikleri şeyi de onun için uydurmuşlar. Senin tatilini de plânlamışlar. Nereye gideceğin kesinlikle belli. Bence zaman kullanılması dediğimiz şey, birbirimize hakikâti aktarabilmemiz için -eğer bizde hakikat varsa o da- teksif etmektir. Bu tatil ve çalışma mekanizmasının bizi felâkete sürüklediği kanaatindeyim. Ne yapabiliriz? Mutlaka bir şey yapabiliriz. Yeter ki teslim olmayalım; Allah‘a teslim olalım. Kâfirin hiçbir şeyi İslâmîleştirilemez.
İsmet Özel
Biliyor musun?
İçimi dökmek istedim sana.
İçimi dökmek, yana yakıla.
Başı koparılmış bir serçe gibi,
Zavallı çırpına çırpına.
Kanatlarım kırık,
Uçamıyorum bir başıma.
Boynu bükük bir çiçek olurum,