Derin nefes al ve tut. Giderek daha uzun süre hareketsiz kalmaya çalış. Kendini küçült ve taş gibi yap. Duygularını kaldır ve kimsenin göremeyeceği bir yerin altına sakla.
Normal bir adam bir tabanca ya da bıçak alır ve ailesini katleden insanın peşine düşer; onlara bir Bronson çeker ve herkes alkışlar.
Gerçekte olan ise şuydu:
Her gün kalkıyordu. Uykusu açılmadan eskiden kimse oydu. Sonra, bilinci uyanınca sanki içine zehir akıyordu. Önceleri kalkamıyordu bile. O ağırlığın altında yatıyordu. Ama sonra onu ancak hareket kurtarabiliyordu ve hiçbiri onun için yeterli olamadan, hiç durmadan hareket ediyor, ediyor, ediyordu. Üzerine yüklenen suç, Tanrı'nın üstüne bastıran eli ona, kızının ihtiyacı olduğunda sen yanında yoktun, diyordu.
Sonra işte oradaydılar, insan bedenini terk ederken uluyarak ve dönerek genişleyen ışıyan ateş böcekleri.
Franny, ''Kar taneleri gibi,'' dedi, ''hiçbiri aynı değil ama bizim durduğumuz yerden, sanki hepsi bir öncekinin eşi gibi.''
Hepimiz (ölü ve yaşayan çocuklar) babamın iki yanında aynı şeyi isteyerek duruyorduk. Sonsuza kadar ona sahip olmak. Üçümüzü birden mutlu etmek imkansızdı.
Günlerdir, haftalardır, yıllardır yeraltında bir oda dolusu nefret saklıyordu. Bunun ta derinlerinde, yüreğinde şimşek çakan dört yaşındaki çocuk oturuyordu. Yürekten taşa, yürekten taşa.
Franny bana, ''Ölülerin dirilerle işi bittiğinde,'' dedi, ''diriler başka işlere bakabilirler.''
''Ya ölüler?'' diye sordum. ''Biz nereye gideriz?''
Bana cevap vermedi.