Sait Faik, insan gerçeğini kavramaya çalışırken hemen her zaman kendini temel aldığından, öyküdeki durum bir özeleştiri süzgecinden de geçirilmiş olur. Yazar, anlattığı durumun sorumluluğunu da yüklenir gibidir. Ancak sonlarda, yaşadıkları bir düş kırıklığıdır. Toplumsal düzenin çirkinlikleri, sahtelikleri, adaletsizlikleri karşısında direnen insanın yalnızlığını ayrımsamıştır. Gerçeküstücü bir alanda düşle gerçek iç içe geçer, karamsarlığı artmıştır. Toplumsal bakışı engin sevgisine ve evrensel insan odağındaki bireye karşın hayıflanma düzeyindedir. O nedenle de toplumsal sorunlar karşısındaki tepkileri, elbette sevginin yanında öfke, kaçış ve yenilgi olarak kalır.
Balığın yakalandığı kişiyle sorunu, onun hiçbir insanlık sınavından geçmemiş olmasıdır. Yenilgiye yazıklanmasının nedeni de budur. Yenilginin yüceliği yoktur çünkü. Dolayısıyla “yararlı (bir) yenilgi” de değildir. Pisipisine ölmüştür Sinağrit Baba. Kahredici bir ölümdür bu. Oysa ölmeyi, yaşamına son vermeyi hesaplarken, daha iyi bir ölüm, anlamı olacak bir son düşlemişti. Yarar açısından ne mercanlara yol gösterebilmiştir, ne de soylu bir ölümle noktalamıştır yaşamını.
"Gece mavidir yüreğinin köşesinde
O zaman seviler de mavileşiyor...
Zaman ve sonsuzluk, dipsizliğin senin
Uçurum gibi bir şey... Doruktan düşme!
Dağınık bir serseri dolanıyor
Saçlarının rengini özlerken yanı başında...
Ne gariptir şu mahalle çeşmeleri
Öylece akarlar susuz bir şiiri..."
"Fırtına...
Yaşanmış hızlı gençlik yaşları,
Ne çok yitikle döndü limana gemiler.
Denizci bir babam yoktu ki,
Bozuk pusula
Birkaç acemi tayfa
Eskimiş bir kaptan
Kurtaramadı gemisini dalgalardan;
Vurdu karaya
Toprak: Şu kumlarda yatan ceset ben miyim?
Yeni bir kıyı arayamam
Yeni bir deniz
Yeni bir gökyüzü
Bir kutup yıldızı
Her şey burada
Ufka uzattığım ellerimin ötesinde:
Güneşi tutabilirim birazdan"