"Ah, yüzbaşı, yanlış kadınlarla çıkıyorsunuz."
Edward, "Anita'nın diğer insanlarından en az ikisi kadın," diye ekledi.
"Hayır, bu kesinleştirdi. Blake, sen gerçekten daha iyi bir adamsın."
Travers, "Rickman'ı duydum, iyi dövüşmüş; Blake şanslıymış," dedi
Edward bir kahkaha attı.
Travers öfkeli bir bakış attı. "Bir sorun mu var, Forrester?"
"Anita asla şanslı bir atış yapmaz."
Travers, "Öyle olduğunu duydum," dedi.
Edward, "Anita'nın kazanmak için şansa ihtiyacı yok," dedi.
"Sen oradaydın, öyle mi?"
"Hayır."
"O zaman neler olduğunu nereden biliyorsun? Rickman'ı tanıyor musun?"
Edward, "Onunla tanışmadım," dedi.
"O zaman ne demeye çalışıyorsun?"
"Anita şanslı olduğu için kazanmaz. Anita iyi olduğu için kazanır."
"Hayır, Anita Blake vampir avcıları içerisinde kendine isim yapmış nadir birkaç kişiden biri," dedi. "Herkesten önce, cellat oydu." Gri-mavi ciddi gözleriyle beni süzdü. "Sadece korktuğumuz kişilere isimler takarız. O, Cellat. Ve diğer üç kişiyle birlikte Mahşerin Dört Atlısı'nı oluşturuyor."
Stevens nefesini tuttu ve bir şey söylemedi. Sormak istiyordu ama yanında Ulrich varken soramıyordu. O yüzden ben sordum. "Mahşerin Dört Atlısı içerisinde ismi Cellat olan biri yok."
"İki tane ismin olduğunu söyleyebilirim."
"Dur tahmin edeyim, ben Ölüm'üm," dedim
Ciddi bir biçimde başını iki yana salladı. "Sen Savaş'sın," dedi
"Neden?"
"Çünkü Ölüm'den daha çok vampir öldürdün."
Ne cevap vereceğimi bilemedim. Diğer ajanların isminin ne olduğunu sormak istiyorum ama korkarım çok iyi dostum olan Ted Forrester'ınki, Ölüm'dü. O ismi hiçbirimizin rozeti olmadığı zamanlarda kazanmıştı. Ve bu ismi kazanmak için yaptığı şeylerden bazıları yasa dışıydı.
Ben, Anita Blake, hortlakların kabusu, ülkedeki bütün vampir infazcılarından daha fazla vampir öldürmüş olan insan, bir vampirle çıkıyorum. Durumumuz şairane bir biçimde ironik!