Kur'an, Doğunun ve Batının Allah'a ait olduğunu (Sure, 2/115) ve gerçek dindarlığın Doğu ve Batıya yönelmekten ibaret olmadığını (Sure, 2/177) vurgular. Aynı zamanda Kur'an, “ne Doğuda ve ne de Batıda bulunmayan” olağanüstü bir zeytin ağacından bahseder (Sure, 24/35). Gerçi sağ taraf olumlu değerlerle ilgili olarak düşünülmüşken, kelimenin gerçek anlamıyla “yöneliş” geniş bir İmparatorlukta kıble farklı yönlerde tezahür etmek zorunda kalsa bile, “Doğuya yönelmek” anlamına geldiği ilk dönemlerden itibaren Müslüman düşünürlerce bilinmekteydi. Kadim maddi-Batı manevi Doğu çifti, yeni bir icat değildir: “İşrakilik” akımının kurucusu Şeyh Sühreverdi, içinde ruhun hasret çektiği ve neticede aydınlık Doğu'ya döneceği “hat sürgünü (gurbet el-garbiyye)"nden bahsetmiştir. İranlı şairler, Doğudaki Kandahar ile Batıdaki Kayravan', ikincisini katran ile ayırt ederek mukayese ederler, çünkü karanlık Batı, onlara zifiri karanlık sefaletini düşündürür.
Sayfa 107Kitabı okudu
Şairler, sevgililerinin güzelce kabartılmış kaşlarını mihraba benzetmekten zevk almışlardır; zaten ilk insan (Hz.) Âdem, huzurunda meleklerin secde ettiği ve ilâhi güzelliğe giden yolun kendisinden geçtiği bir kıble değil midir? Bu nedenle, şu mısraın Farsçada ve Fars şiir sanatında yaygınlaşması şaşırtıcı değildir: * Mi gıbla râst kardim bi-simt-i kaj-kulahi Biz, kıblemizi eğri külahlının yönüne doğrulttuk.
Sayfa 102Kitabı okudu
Reklam
Şahin, farklı bir “can kuşu'dur. Şahinciliğin geçmişte ve günümüzde en zevkli eğlencelerden birisi olduğu bir medeniyette, şahin sembolizminin kullanımı gayet tabiidir. Kurnaz yaşlı bir kadın, yani dişi dünya tarafından yakalanan şahin, sonunda gerçek evine dönmek için uçmaktadır; veya daha zorlamalı olarak, haşin vahşiliği titizlikle terbiye edilişinin tezahürü ve kötülüğü terbiyeyle giderilmiş bir avcı kuşu, saliğin üstlenmek zorunda olduğu eğitim için bir model olabilir. Bu nedenle sufiler, mürşidin şefkat elinin altına giren itaatkâr kuş ile Kur'an'ın “Rabbine hoşnut olarak dön” (Sure, 89/27-8) ayetini birleştirmekten mutluluk duymuşlardır; çünkü can kuşu, nefs-i emmarenin nefs-i mutmainneye dönüşmesi işini üstlenmiştir. Öte yandan, güçlü ve vahşi bir kuş olarak şahin, sevginin karşı konulamaz gücünün veya bir güvercini sürükleyen kartal gibi insan kalbine egemen olan Tanrı'nın tecellisinin sembolü olarak kullanılabilir.
Şairlere menekşe, koyu mavi cüppesiyle, “çayır” diye isimlendirilen yeşil bir seccadede başını dizlerine doğru eğmiş, tevazu içinde tefekkür eden yaşlı bir zahit olarak görünmüşken, zambak -yapraklarının yapısından dolayı- Ali'nin muhteşem kılıcı Zülfikar ya da on diliyle Allah'a hamd eden bir çiçek şeklinde yorumlanabilir. Lale, kara-kalpli aşüfte sevgili şeklinde görülebilir; fakat dini gelenekte lale, kederlerden yanık bir kalbi temsil eden kara lekesiyle görenlere özellikle Kerbela şehitlerininkiler olmak üzere, kanlı kefenleri hatırlatır. 51 Öte yandan lale, İkbal'ın şiirinde, Sina Dağı ateşini, yani Tanrı'nın celalinin muhteşem taayyününü sembolize etmektedir; aynı zamanda o, mutlak kemale yönelişini engellemeye çalışan bütün sıkıntılara göğüs geren gerçek mümin anlamında da kullanılabilir.
Servi ğacı, “özgür” diye isimlendirilir ve Türk ve İranlı şairlere sevgilinin boyunu ya da fidan boylu sevgiliyi hatırlatır, buna karşın çınar ağacı, insanoğlunu temsil eder görünmektedir -çınar ağacının yaprakları, sanki duada kaldırılmış gibi, insan ellerine benzemez mi? Bu gibi benzetmeler, bir bahçe kavramına götürür; bu bahçe, içindeki her çeşit bitkinin ve ağacın Tanrı'yı tesbih ettiği ezeli bir bahçe olan Cennetin kopyasıdır. Kur'an, yağmurların ölmüş gözüken toprağı dirileriği ilkbahar mevsiminde tabiatın yenilenmesini hatırlatarak, okurlarına ölümden sonra diriliş gerçeğini vurgular. Bu nedenle, Türk ve Fars edebiyatı bu gibi şürlerle doludur; çünkü, ağaç ve dalların yemyeşil oluşu, âdeta cennet yeryüzüne inmiş diye görülmüştür.
Düşünürler ve sufiler, bütün evreni bir ağaç şeklinde tasavvur etmişler ve İbnü'İ-Arabi'nin yaptığı gibi “Şeceretül-kevn/oluş ağacı'den söz etmişlerdir. Bu ağaçta insan, en değerli meyve olarak en son ortaya çıkar. Öte yandan, Bayezid Bestami, tasavvufi bir müşahedesinde “tevhit ağacını” görmüştür, aşağı yukarı aynı dönemlerde Ebu Hüseyin en-Nuri ise, “marifet ağacı'yla karşılaşmıştır.41 “Fütüvvet / yiğitlik erdemi” ağacıyla ilgili geniş bir değerlendirme, sonraki fütüvvet teşkilatlarında oluştuğu tarzıyla, 15. asra ait bir Türkçe eserde verilmiştir ”; altında ideal genç kahramanın yaşadığı bu ağacın gövdesi, “iyilik yapmak”tır; ağacın dalları, dürüstlük; yaprakları ise edebe riayet ve nefsine hâkim olmak; kökleri, kelime-i şehadet cümlesi; meyveleri, marifet ve velilerle beraber olmaktır; ve de bu ağaç, Allah'ın rahmetiyle sulanır.
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.