- Atatürk ile İstanbul arasında "Küskündü, kırgındı, sevmiyordu, Ankara'yı o yüzden başkent yaptı" gibi sözler söylenir. Doğru mu? - İstanbul'un kalburüstü okullarına gelen delikanlılar ve genç kızlar hep folklor kulübüne giderlerdi. Bu evrensel bir şey. Ben Fransa'da taşrada okudum. Sınıf arkadaşlarım Paris'e burun
Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı; Mustafa İsmet, Başbakan ve biri CHP'nin başkanı, öteki ikinci başkanı. İçişleri Bakanı Re-cep, aynı zamanda da partinin genel sekreteri: Bunların üçü de taşralı çocuklar. Biraz evvel söylediğim o İstanbullu züppelerin burun kıvırdığı oğlanlar... Terakkiperver Cumhuriyet'e bak: Kazım Karabekir, paşa oğlu; Rauf, paşa oğlu; Ali Fuat, paşa oğlu; Adnan Adıvar köklü bir ulema ailesinin çocuğu. Bu bir tesadüf değil. Ahmet Kuyaş
Reklam
- Peki, 19 Mayıs döneminin ardından artık Anadolu'ya çıkıyor, Milli Mücadele yılları ve Cumhuriyet ilan ediliyor. Sonra, ilk kez öğrenci olarak geldiği İstanbul'a 1927'de kurucu ve Cumhurbaşkanı olarak geri dönüyor. Neden 1927'ye kadar bekliyor? - Mustafa Kemal'in sorunu İstanbul'la değil, İstanbullularla. Nutuk'a baktığın zaman silah arkadaşları olan birçok insan Milli Mücadele'de çok kötü hırpalanır. Neden? Çünkü 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmuşlardı, karşısına geçmişlerdi. Onların hepsi İstanbullu! Ayrıca mesela (bunu ilk ben yazdım): Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı; Mustafa İsmet, Başbakan ve biri CHP'nin başkanı, öteki ikinci başkanı. İçişleri Bakanı Re-cep, aynı zamanda da partinin genel sekreteri: Bunların üçü de taşralı çocuklar. Biraz evvel söylediğim o İstanbullu züppelerin burun kıvırdığı oğlanlar... Terakkiperver Cumhuriyet'e bak: Kazım Karabekir, paşa oğlu; Rauf, paşa oğlu; Ali Fuat, paşa oğlu; Adnan Adıvar köklü bir ulema ailesinin çocuğu. Bu bir tesadüf değil. Ahmet Kuyaş
"Ayın kararmak ihtimali olan parlaklığı ile aldanan ilk yolcu sen olmadığın gibi çöplüklerin yeşilliği karşısında meftun ve hayran kalan ilk otlak arayıcı da sen değilsin. Haydi, git, kendin için benden başkasını seç! Zira ben, Muaydi gibi bir adamım, beni işit fakat görme."
Sayfa 117Kitabı okudu
ألا أيها الليل الطويل ألا ابخل بصبح و ما الإصباح منك بأمثل Ey uzun gece! Artık sabah olmayacak mısın? Gerçi sabahların da senden farklı değil!
Bu geceler düşüncemi başka büyük geceye, 1071 senesi Ağustos'unun 26. gecesine götürüyor. Malazgirt'te bileğinin kuvvetiyle, dehasının zoruyla bize bu aziz vatanın kapılarını açan Alparslan'ı, muharebe emri vermeden evvel hangi kuvvetler ziyaret etti ve ona neler gösterdi? Üç kıtada genişleyecek yeni bir Roma'yı kurmak üzere olduğunu, talihini, avuçları içinde taşıdığı milleti, yeni bir tarih ve coğrafyanın emrine verdiğini, yeni bir terkibin doğmasına bir çınar gibi yetişip kök salmasına sebep olduğunu acaba hissetmiş miydi? Hiç tanımadığı dehalı çocuklar müstakbel zaferlerin kumandanları, henüz söylenmemiş şiirlerin şairleri, henüz yükselmemiş şaheser yapıların mimarları, henüz duyulmamış nağmelerin bestekârları etrafında henüz açmamış bir fecrin gülleri gibi dolaşmıyorlar mıydı? Gözlerinde Sultan Hanı'ndan, İnce Minare'den bir hayal yok muydu? Eğer yokduysa, bütün bunlardan habersiz, bu müjdeleri içinde konuşur bulmadan o büyük işi nasıl yaptı? Nasıl on senede Malazgirt'ten Akdeniz kıyılarına, bu toprağın tanımadığı ve tatmadığı bir ideali taşıdı? Fatih'in İstanbul fethinden evvelki uykusuzlukları, Bakî'nin ve Nedim'in, Neşatî ve Nâili'nin, Sinan'la Hayreddin'in, Kasım'ın, Itri ile Dede'nin, Seyyit Nuh'la Tab'î Mustafa Efendi'nin ve daha yüzlerce onlara benzeyenlerin dehalarına yüklü bir kaderi kendisine taşımasından gelen bir sabırsızlıktan başka ne olabilir? Ve eğer o mübarek ağrı olmasaydı bütün bu eserler nasıl doğarlar, hangi mucize ile eski hayat ağacı yeni meyvalarla donanırdı?
Sayfa 25 - Dergah yayınlarıKitabı okudu
Reklam
51 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.