Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İbn-i Teymiye, Mîlâdî 1268’de Harran’da doğmuştur. Önceleri, ilimde ileri seviyelere gelmiş; ehl-i sünnet i’tikadında iken daha sonra doğru yoldan ayrılmış bir kimsedir. Âlimlerin büyük çoğunluğu küfrüne fetva vermişlerdir. Hapiste ölmüştür. İbn-i Battuta, İbn-i Hâcer-i Mekki, İmâm-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, İzzeddin bin Cema’a, Ebû Hayyan
İbn-i teymiyye kimdir ?
*** İbn-i Teymiye, Mîlâdî 1268’de Harran’da doğmuştur. Önceleri, ilimde ileri seviyelere gelmiş; ehl-i sünnet i’tikadında iken daha sonra doğru yoldan ayrılmış bir kimsedir. Âlimlerin büyük çoğunluğu küfrüne fetva vermişlerdir. Hapiste ölmüştür. İbn-i Battuta, İbn-i Hâcer-i Mekki, İmâm-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, İzzeddin bin Cema’a, Ebû
Reklam
Tasavvuf
Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] ve sahabesinin yaşadığı gibi İslâm’ı yaşamaya çalışmaktır, diyebileceğimiz tasavvufun bir tek tarifi yoktur. Bunun da sebebi hiç kuşkusuz tasavvufun kal, (söze dayalı) değil, hal ilmi oluşudur. Yani, tasavvuf, kitap okumakla, bilgiyi artırmakla değil; ancak yaşayarak, tadarak, hissederek elde edilen bir
Veliden Sudur Olan Şatahat
Şatah Arapça’da; hareket, kıpırdanma vb. gibi anlamları olan bir kelimedir. Konuşmada şatah, konuşurken ölçüyü kaçırmayı ifade eder.248 Şatah ya da şatahat, İlâhî feyiz ve kuvvetli tecellilerle coşan ve taşan velilerin taşkınlıkla gayri ihtiyarî söylediği; içinde iddiaya benzer tarzda anlamlar bulunan; zâhirî itibariyle şeriata aykırı düşen sözler
Bunların(Evliyanin velayetinin) birtakım özellikleri vardır. Şöyle ki: 1. Veliler mâsum değildir. Mahfuz (korunmuş) dur. Mâsum günah işlemez, mahfuz işler; ancak günahta ısrar etmez. 2. Velilerde son nefeste imanla vefat etmek garantisi yoktur. 3. Veliden keramet zuhur eder; o da ihtiyaç olduğunda. Durup dururken keramet göstermek, velilikte söz konusu değildir. 4. Bir veli bin yıl ömrü olsa, bu süre içinde manevi kemalatta yükselse, bir peygamberin topuğuna bile varamaz.
Ona(Suyuti) göre, Âdem’den [aleyhisselâm] Peygamberimiz’e kadar gelen tüm nebîlere ya zâhir ve şeriat hükümleri ya da hakikat ve bâtın ilmi verilmiştir. Peygamberimiz’den [sallallahu aleyhi vesellem] başka hiçbir nebîye her iki ilim birden verilmemiştir. Mesela bunlardan Hızır’a [aleyhisselâm] bâtın ilmi verilirken, Musa’ya [aleyhisselâm] zâhir ilmi verilmiştir. Peygamberimiz’e [sallallahu aleyhi vesellem] ise her iki ilim birden verilmiştir. Her iki ilimle de hüküm veren Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], bu özelliğiyle diğer tüm nebilerden üstün olmuştur.226 İmam Süyûtî hazretlerine göre, Hızır [aleyhisselâm], çocuğu şeriat hükümlerine göre öldürmemiştir. Çünkü şeriat, çocuk yaşta birinin henüz işlemediği bir işten dolayı öldürülmesine cevaz vermez. Hızır’ın çocuğu öldürmesi onun nebîliğine ve ona verilen bâtın ilme has bir durumdur. Bunu da Şeyh Takıyyüddin es-Sübkî’nin [kuddise sır- ruhû] şu sözüyle desteklemektedir: “Hızır’ın [aleyhisselâm] çocuğu öldürmesi, kâfir tabiatlı oluşu sebebiyledir ki bu da bu olaya has bir durumdur. Zira çocuk (yaşta) birinin öldürülmesinin şeriata göre câiz olmadığı bilinmektedir.” 227 Bundan dolayı, zâhir ilim sahibi Musa [aleyhisselâm] durumu anlayamamış ve kabullenememiştir. Sûrede ifade edildiği gibi Musa’ya [aleyhisselâm] verilen ilim zâhirî, Hızır’a [aleyhisselâm] verilen ilim ise bâtınîdir.
Reklam
Sûfîler, şu hususlarda da icmâ etmişlerdir: Gözler O’nu idrak edemez. Zanlar O’nu kavrayamaz. Sıfatları değişmez. İsimleri tebeddül etmez. Böyle devam eder ve zeval bulmaz. Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın olan odur. O, her şeyi bilendir. O’nun misli hiçbir şey yoktur. O, işiten ve görendir.”173
Tasavvufun Kaynağı
Mutasavvıf ve birçok İslâm âlimine göre, tasavvufun kaynağı, Kur’an ve Sünnet’tir. Bu görüşe göre ismen olmasa da tasavvuf, Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] ve sahabe hayatında mevcuttu. İlk dönemlerde kendisini zühd hayatı şeklinde gösteren bu ilme, zamanla tasavvuf, bu yolun takipçilerine de mutasavvıf denilmiştir.İmam Süyûtî [kuddise
İmam Süyûtî hazretleri, Hüsnü’l-Muhâdara’da kendisine ait 300 eser bulunduğunu ifade etmiştir.(81) Daha sonra yazdığı eserlerle birlikte bu sayı, İbnü’l-İmâd’ın kaydına göre 500(82) Ziriklî’ye göre 600’ü aşkın,(83) Halid et-Tabbâ’a göre ise 1200’dür.(84) ***** 81Süyûtî, Hüsnü’I-Muhâdara, 1/338. 82 ibnü'l-lmâd, Şezerâtü’z-Zeheb, 8/52. 83 Ziriklî, el-A‘lâm, 3/301. 84 Tabbâ1, Süyûtî, s. 309-405; ayrıca bk. Zengin, Süyûtî, s. 14.
Hz.Hızır
İlk dönemlerden itibaren sûfîlerin; Hızır’ın [aleyhisselam] durumu ile ilgili görüşleri, onunla buluşmaları ve hayatta olduğuna dair fikirleri eleştirilmiş ve reddedilmiştir.297 Bu fikre karşı çıkan İmam Süyûtî [kuddise sırruhû], Hızır’ın [aleyhisselâm] hayatta olduğunu ifade sadedinde ulemadan deliller sunarak, “İbnü’s-Salâh: ‘Ulemâ ve sü- lehanın çoğuna göre Hızır [aleyhisselâm] hayattadır. Bunu inkâr eden bazı muhaddisler istisnadır.’ İmam Nevevî de Şerhu’l-Müslim’de, ‘Ulemanın cumhuruna göre Hızır [aleyhisselam], hay (hayatta) ve mevcuttur. Ehl-i salah, ehl-i ma’rife ve sûfîler arasında bu hususta ittifak vardır’ demişlerdir”298 demektedir. Ayrıca “Bu hususta birçok kimse kitap yazmıştır. Bu konu hakkında son olarak kitap yazanlardan biri de İbn Hacer’dİr [rahmetullahi aleyh]. Hızir’in [aleyhisselâm], Resûlul- lah [sallallahu aleyhi vesellem] ile buluştuğuna dair birtakım hadisler de vârit (gelmiş) olmuştur. Bu hadisler her ne kadar zayıf da olsalar, tariklerin (hadislerin geliş yolu) ve haberlerin çok oluşu, onları kuvvetlendirmektedir”299 diyerek bu konuda delillerin sağlam olduğunu anlatmaya çalıştığı görülmektedir. Kısaca İmam Süyûtî hazretleri, sûfîlerin dediği gibi, Kehf sûresinde bahsi geçen zatın Hızır [aleyhisselâm] olduğu kanısındadır. Bu zat ilm-i bâtın sahibidir. Ona göre Hızır [aleyhisselâm] bir insan olup, hayattadır ve ehlullah onu görüp konuşmaktadır. ****** 297 Süyûtî, Te’yîdü’l-Hakîka, vr. 80b. ,298 Süyûtî, Te’yîdü’l-Hakîka, vr. 80b-81a. 299 Süyûtî, Te’yîdü’l-Hakîka, vr. 81a.
16 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.