Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Sultanların devşirmeye uyguladıkları yerler, Ballan Yarımadası ile Anadolu’ydu. En çok devşirme, nüfusun çoğu Hristiyan olduğundan Başkanlar’dan gelirdi. Anadolu’da nüfusun çoğu Türk’tü; bu yüzden de devşirmeye uygun değildi.”
Sayfa 164 - Kronik KitapKitabı okudu
El kesmeyi uygulayabilmek için, hırsızın akıllı bir yetişkin (akil ve baliğ) olması şarttır ve sahibi olmadığı, yahut hisse veya mülkiyet benzeri bir ilişkisinin (şübhetü'l-milk) bulunmadığı on dirhem ya da daha fazla bir değere sahip bir malı çalmış olması gerekir. Bu, fukahanın daha sonra iyice geliştirdikleri temel bir tanımdır. Örneğin,
Sayfa 315 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Reklam
(62) Cahil Zeyd şöyle der: "Karım inşallah üç kez boş olsun!" Eğer o "inşallah" sözünün anlamını bilmiyorsa boşama meydana gelmiş olur mu? Cevap: Hayır. Anlamını bilmesi şart değildir. [D, 75] Bir kez daha, hukuken etkili olanın konuşanın niyeti değil formülün kendisi olduğu görülüyor. "İnşallah" ifadesi boşamayı geçersiz kılmaktadır, çünkü kimse Allah'ın ne istediğini bilemez.
Sayfa 296 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
(55) Zeyd, hiçbir suçu olmayan karısı Hind'i döver. Amr, "Bu şeriata aykırıdır. Neden onu dövüyorsun?" dediğinde Zeyd, "Ben şeriatı tanımıyorum" diye yanıt verse ne lazım gelir? Cevap: O kafir olur. Hind ondan dönülmez (bâin) bir boşanmayla ayrılmış olur. Mehrini alır ve dilediği bir Müslümanla evlenir. [D, 90]
Sayfa 293 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Nesebi anne aracılığıyla devam eden tek hür kişi gayri meşru beraberlikten doğan çocuktur. Kural, bir çocuğa evlilik içinde hamile kalınmasıdır. Hamilelikten sonra ebeveynin evlenmesi gayri meşruluğu ortadan kaldırmaz: (37) Zeyd'le karısının evlenmeden önceki zinalarından doğan çocuk hem Zeyd'e hem de Hind'e mirasçı olur mu? Cevap: O Hind'in mirasçısıdır, Zeyd'in değil.
Sayfa 281 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
"I.Ahmed'in döneminden itibaren, her yeni sultan, bir kılıç kuşanırdı; bu kılıç on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, hanedanın kurucusu 'Osman'ın kılıcı' olarak tanımlanmaya başlandı."
Sayfa 142 - Kronik KitapKitabı okudu
Reklam
Suriye ve Filistindeki topraklar farklı bir nedenden dolayı sorundu. İslam geleneği her iki bölgenin, Peygamberin ardından gelen Raşid Halifelerin ikincisi Ömer döneminde Müslümanların eline geçtiğini ve bu nedenle özel bir statüye tabi olduklarını ileri sürer. Ayrıca bu bölge, İslam'ın kutsal üç şehrinden biri olan Kudüs'ü de içine almaktadır. 1516'da Suriye ve Filistin'in fethinden sonra Osmanlı sultanı, kutsal bir toprağın hakimi olarak saygınlık kazandı, ama aynı zamanda tam olarak hangi toprakların kutsal olduğu ve bunun pratikte ne anlama geldiği sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bunlar Ebussuûd'un yanıtlamak zorunda olduğu sorulardı: (27) Tüm Arap yerleşim yerleri mi yoksa sadece belirli sınırlar içinde kalan yerler mi Kutsal Topraktır ve Kutsal Toprakla diğerleri arasındaki fark nedir? Cevap: Suriye kesinlikle Kutsal Toprak olarak adlandırılır. Kudüs, Halep ve çevresiyle Şam da buraya dahildir. Bazıları onun sadece Erbehe olduğunu söylerler. Diğer bazıları ise Şam ve Filistindir derler. [D, 851] Kutsal Toprağın özel niteliklerini tanımlayan şey ise Ebussuûd'a göre şunlardır: (28)... Kutsal Toprak özünün saflığı bakımından diğer bölgelerden ayrıldığından Peygamberlerin (salat ve selam onlara olsun) konduğu makamlar olmuşlardır. Burada yapılan ibadetin sevabı bu yüzden daha büyüktür... [D, 852]
Sayfa 208 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Kalıtsallık ilkesi, hilafeti Osmanlı sultanlarının tekeli yapar.Ancak bu, onların ilk başta yönetime nasıl geldikleri ve hangi anlamda "Büyük Hilafet'in mirasçıları" oldukları sorusunu gündeme getirir. Ebussuûd, bunu Kur'an tefsirine yazdığı ithaf-önsözde açıkça ifade ettiği yine cesur bir iddiayla yanıtlar: Burada Osmanlı sultanı, "Yüce Allah'ın kendisine yeryüzünün hilafetini bağışladığı" ve "enine boyuna her yerde saltanat için kendisini seçtiği" kişidir.³¹ Bu formülasyonda Osmanlı sultanı sözleşmeyle değil, aksine doğrudan Allah tarafından atanarak Halife olmuştur.
Sayfa 169 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Geleneksel Sünni kuramda makama elverişliliğin şartlarından birisi Peygamber'in kabilesi olan Kureyş soyundan gelmektir.Ancak kronik yazarlarının 15. yüzyılda sultanlar için oluşturdukları soyağacı, soyun çizgisini Kureyşe bağlamıyordu, dolayısıyla ana Sünnî kurama göre Osmanlı sultanları halife olamazdı. Bu zorluğu aşabilmek için daha önceki sadrazam ve sultan damadı Lütfi Paşa, Kureyş soyundan gelmenin hilafetin hukuken zorunlu şartlarından biri olmadığını ve Osmanlı sultanının bu sebepten meşru bir halife sayılacağını ispat için bir risale kaleme almıştı. Bu sorunu muhtemelen pek çok vesileyle Lütfi Paşa'yla tartışmış olması gereken Ebussuûd daha akıllıca davranır ve sadece sorunu görmezden gelir.
Sayfa 167 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Ancak I. Süleyman'in dönemine kadar (1520-66) bu unvanın Osmanlılarca kullanımı hem doktrinel hem de retoriksel bir önem kazanmamıştı. Öyle görülüyor ki, Süleyman sadece unvana değil aynı zamanda evrensel egemenlik içerimleriyle birlikte hilafet makamına da hak talep eden ilk Osmanlı sultanı oldu.
Sayfa 167 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
153 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.