Çalım Satmak
ZENGİN TÜCCARLARDAN birisi ölür; geriye haylaz, beceriksiz bir oğlu kalır. Babasından ne kaldıysa, az zamanda yer bitirir. Yaz kış demez, üstüne kıymetli bir kürk giyerek, içinde hiçbir mal kalmamış olan mağazasına gelir, otururmuş. Oğlunu evlendirecek olan bir köylü, alış veriş için şehre iner. Aradıklarından bazılarını bulamaz. Bu mağazanın önüne gelir. Bakar ki, içeride bir adam çalımlı çalımlı dolaşıyor. Oradan geçenlerden birisine: "Bu kürklü adam ne satıyor?" diye sorar. "Ne satacak, çalım satıyor!" der. ••• Bu deyim, başkalarına karşı "hava atmak, gösteriş yapmak" manasında kullanılır.
Gelelim bamyanın faziletine
KÖYÜN BİRİNDE cami cemaatinden bir adamcağız varmış. Hem saf, hem cahilceymiş ama, tek arzusu imam efendiler gibi kürsüye geçip, cemaate vaaz etmek nasihatta bulunmak imiş. Bu sebeble ne vakit bir fırsat bulsa, mesela imam azıcık gecikse, hemen kürsünün ucuna ilişir, kürsüde duran vaaz kitabını imarnın işaretlediği yerden açar, hem okur, hem anlatırmış . Cemaat bunun bu haline önceleri gülüp geçiyorsa da, bakmışlar şi azıtıyor. Artık eskisi gibi kürsünün kenarına ilişrnek yerine, iyice içine kuruluyor, imam varmış okmuş farketmeden "Ey cemaat! Ey Ümmet-i Muhammed! Ey gafiller! .. " diye ver yansın ediyormuş. Cemaatten birkaçı: "Şuna iyi bir ders vermezsek, başımıza Şeyhülislam kesilecek" diye karar almışlar ve imamı da tezgahın içine dahil edip, bir oyun hazırlamışlar. Bir Cuma günü cami tıklım tıklım dolu iken, imam bilerek vaaza geç kalmış. Caminin öte beri işlerini gören ve müezzinlik yapan başka biri ise, her vakit kürsüde duran vaaz kitabını alıp, yerine bir yemek kitabı koymuş. Bizimkisi bakmış imam ortalarda yok. Cemaat de maşallah pek kalabalık . Hemen ayağa kalkıp, safları yara yara kürsüye gelip çıkmış. Şöyle bir boğazını temizledikten sonra, önünde hazır duran kitabı işaretli yerinden açmış ve okumaya başlamış: "Eveeeeet, gelelim bamyanın faziletlerine ... " ••• Bu deyim, bir mevzu anlatılırken konuşanın lafı uzatması, alakasız konulara girmesi gibi durumlarda kullanılır. "Önemli işleri bitirdik de, sıra bunlara gel-i.." manasına gelir.
Reklam
Gözdağı vermek
KÖYLERDEN kasabalara, kasabalardan şehirlere at arabaları ile yolcu taşıyan bir arabacı, bir gün ücretlere on altın birden zam yapmış. Yolcular, "Ağam bu zam çoktur, hangimizin kesesinde bu kadar para var ki.. .. deyip itiraz etmeleri karşısında da, parmağını yol üzerindeki sarp yalçın ve mor dağlara uzatarak: "Şu dağı görüyonuz mu? Benim arabam bu dağ yolundan iki günde ancak geçer. O yolda, kurdu var, ça kalı var, hırsızı var, Şeytan Geçidi var, Ecel Köprüsü var, insanı pırasa gibi doğrayan eşkiyası var, var oğlu var. .. Ben eşkiyaya avanta veriyorum habarınız yok! Parayı çok bulan yörüsün getsin" demiş. İşin aslına bakarsanız, arabacı eşkiya ile ortakmış. Yolculardan topladığı fazla paranın bir kısmını onlara verir, kalanını ise kesesine atarmış. Eşkiyalar ise, zamq.n zaman ortalığa çıkar korku salarlarmış ki, arabacı fiyatı rahat artı rabilsin. Acelesi olan, önemli işleri bulunanlar, arabacıya yalvar yakar oldular sa da, arabacı dediğinden dönmemiş . Her seferinde, eliyle dağı gösterip, yolcuların gözünü dağlar ile korkutmuş . ••• Bu deyim, "istenileni yaptırabilmek amacıyla kor- kutmak, korkutucu eylemde bulunmak" anlamında kullanılır.
İlk Göz Ağrısı
ESKİDEN savaşlar şimdikinden çok olduğu için, Anadolu'nun hemen her köyünden, hemen her hanesinden şu ya da bu cephede savaşan bir asker olurmuş. Bu askerlerin geride kalan anaları, kardeşleri, hanımları, nişanlıları , yavukluları olurmuş elbette. Bu bıçareler, vatanını, milletini, dinini muhafaza için cephe cephe koşan yiğitleriyle elbet gurur duyarlar-ış amma, ağlamadan, göz yaşı dökmeden de gün geçirmezlermiş . Bazan aşikar, bazan gizli gizli ağlayan genç kız ve gelinlerimizin göz pınarları kuruyup gözleri çapaklanmaya ve ağrımaya başlarmış. Birbirleriyle konuşurken, o zamanın terbiyesi icabı : "Senin yavuklun, senin kocan" diyemez, utanırlarmış . "Benim göz ağrımdan hiç mektup gelmiyor, senin- kinden haber var mı?" diye sorarlarmış . ••• Bu deyim, sevdiklerim içinde en birincisi anlamında kullanılır.
Külahları değişmek
BEKTAŞi NİN biri parasız kalmış. Yaz mevsimiymiş, hava da çok sıcakmış. Orda burda gezinmekten yorgun düşmüş , aç açma dolaşmaktan başı dönmüş. Bir caminin önünden geçerken bakmış öğle ezanı okunmakta. Avluya girip şadırvandan kana kana su içmiş . Abdest alanları görünce: "Bari ben de abdest alayım. Sonra bu cemaatle birlikte namaz kılar, çıkışta da mendil açarım"diye düşün müş . o sırada Bodos adındaki Rum bakkal, şadırvanda terazisinin kefelerini yıkamaktaymış, O da sıcaklanmış başındaki külahı çıkarıp yanına koymuş. Dalgın Bektaşı abdestini aldıktan sonra kendi külahı yerine Bodos'un külahını alıp başına geçirmiş. Namaz sırasında tüm cami cemaati, başındaki Rum külahıyla namaza gelen bu garip adama bakıyormuş . Namaz bitince, Bektaşı herkesten önce camiden çıkıp kapı önüne çöreklenmiş . Cemaattan bazıları: "Vay bakın hele şu Rum'a Müslüman olmuş , hem de ne güzel namaz kıldı." diyerek, kesesinde ne var ne yok Bektaşı nin mendiline boşaltmış. Bu durum Bektaşı'nin hoşuna gittiyse de pek bi garibine de gitmiş. Mendiline sığmayan paraları külahına doldurmak için, başındakini çıkarıp alınca : "Vayanam, bu benim külahım değiL. Şimdi iş anlaşıldı. Bu cemaat beni Rum'dan dönme Müslüman zannettiği için böyle mangır yağdırdı. Demek külahları değişmek lazımmış" demiş . ••• Bu deyim, "araları açık, umulanı, bekleneni verme- yen, kendisine sunulan görevi hakkıyla yapmayan birine kızmak " anlamında kullanılır.
Otur oturduğun yerde
ADAMıN BİRİ peygamberlik davasına kalkmış. Derdest edip, padişaha götürmüşler. Padişah bakmış ki adam bu işe sırf yolunu bulmak için girmiş. Ama belli etmez. Ciddi ciddi sorar: "Sen peygamber misin?" "Evet, peygamberim." "Cebrail geliyor mu?" "Gelmez mi, geliyor elbet!" "Bir mucize göster
Reklam
12 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.