Gebeliğini kalın bir bez kuşakla sarıp saklayan küçük ka­dın gibi, gövdesinden başka sunacak hiçbir şeyi olmayan genç insanların çaresizliği üzerinden yapılan siyasetimiz, kızının kalbindeki değil, çarşafındaki kanma bakan adam­lar gibi yaşayıp, komşusuna verdiği "ileri demokrasi" akılla­rından kendi nasiplenmemiş riya dolu düzenimiz ve elbette meseleleri kökünden çözmek yerine, onun büyümesini sey­rederek aldığımız ölümcül hazla sarhoş biz. . .
Sayfa 132Kitabı okudu
Çok çocuklu bir tarlayı gözüme kestirip, saldırıyorum. Altı yedi yaşlarında kara kafalı bir oğlan, ne olduğunu anlayamıyor. Kucağıma aldığım gibi okula. Bu yöntem iyi. Öbür sefer, yanıma Erdinç'i de alarak gidiyorum tarlalara. Çocuklar haberi almışlar, bizi görünce kaçmaya başlıyorlar. Surek avı taktiğini güdüyoruz. Erdinç'in kovaladığı çocukları ben çeviriyorum. Biz çocuklarla tarlanın içinde boğuşurken, anne ba balar sessizce izliyorlar vaziyeti. Tarafsız kalmaya karar vermişler belli ki. Bir saat içinde dokuz on çocuk daha yakalayıp aşılıyoruz. Geriye kalanlarla işımız daha zor ama. Hem yaşça biraz daha büyükler, hem de iyice deşifre olduk. Tarlalara kaçıncı gidişim hatırlamıyorum, bir ara, kenarından küçük bir derenin de aktığı geniş bir tarlaya daldım. Gözüme üç kişilik bir grubu kestirmişim. Dereye kadar kovalarsam orada sıkıştırırım diye düşünüyorum. İki tanesini Erdinç yakalamış, ellerinden tutmuş götürüyor. Bir tanesi dişli çıktı, iyi kaçıyor. Bir ara iyice yaklaştım ve eski ceketinin sırtından yakaladım. Tam sevinirken, birden sırtındaki ceketten sıyrılarak elimden kurtuldu. Elimde ceket kalakaldım orada. Kuyruğunu bırakan kertenkele misali, tepeye doğru hızını kesmeden koştu gitti. Yanıma gelen Erdinç'e gülerek, soluk soluga konuştum: "Tamam, bunu bırakalım. Ceketi çıkardı artık. Hak etti bence özgürlüğü!"
Sayfa 41 - İletişim YayıneviKitabı okudu
Reklam
Aşık olduğum kız geliyor aklıma. Sonra annem, babam, abilerim... Aynadaki yüzüm ve giderek değişen gövdem. Hiç bilmediğim şeyler var sanki bu dünyada ve sanırım hayat, hiç de kolayca anlaşılabilir bir şey değil. Bana ne oluyor böyle? Büyümek ne zor şeymış...
Sayfa 35 - İletişim YayıneviKitabı okudu
2 Temmuz sabahı, on altı ve on dokuz yaşlarında iki kız kardeş. Asuman ve Yasemin, Sivas'ta yapılacak Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne gidecekleri için çok mutluydular. Şenlikte semah döneceklerdi. Düğüne gider gibi gittiler Sivas'a. Asuman olaylardan hemen önce annesini aradı. "Semah çok güzeldi anne, hepimizin ayakları yerden kesildi, uçtuk sanki," diyordu. Yeter Hanım, "kızım, terlemişsindir, sırtına bez koysaydın," diye telaşlandı. Bir süre önce zaturre geçirmişti çünkü. Nerden bilsin, birkaç saat sonra, kızlarının ciğerine yanmış insan eti kokusunun dolacağını...
Sayfa 19 - İletişim YayıneviKitabı okudu
Lisede edebiyat öğretmenimiz Zafer Bey, kompozisyon derslerinde özlü sözler yazdırırdı. Okul birincisiydim ama en arka sıradaki haytalarla otururdum. Boş derslerde arka­daki dereye inip Ferdi Tayfur dinleyerek, gizlice votka iç­mek için. Derdim, bir türlü açılamadığım o yeşil gözlü kız. Zafer Hoca, en arka sıraya, yanıma gelir, cebinden çıkardı­ğı esans şişesinden avucuna damlatıp bir an koklar ve de­vam ederdi: "Karasevda demek, siyah bir mühür demektir. Sevdaya düşenlerin kalbinde mutlaka o mühür vardır." Onlarca otopsi yaptım. Bir o kadarına da katıldım. Neş­ter kalbe her uzandığında gözüm o mührü arardı. Zafer Ho­ca'nın dediği doğru muydu acaba? Siyah bir mühür mü var­dı kalbimizde?
Hocam, bu sarılma denen şey ne kadar önemliymiş meğer. Keşke çok daha önce birbirimize doğru düzgün, adam gibi sarılabilseydik. Biz kıymetini bilememişiz.
Sayfa 178 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 91 ile 100 arasındakiler gösteriliyor.