(...)
Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
Kazıdım kafamı kafatasıma kadar!
Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantalon
siyah çoraplar ve siyah botlar
Simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
Sana geldim yas tutar gibi
Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'Beni hiç gömme, ben hep burada kalayım'
'Bu evde çürüyeyim senin ıhlamur kokan yatağında'
'Bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
Annemim elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
''Affet beni anne' dedim
'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından!'
Nasılsın sorusunu 'sormak için' soranlara hep 'iyiyim' denir... Ama ben artık gerçekten iyiyim. Biraz eksiğim... Biraz fazla olsam ne fark eder? İyiyim işte.
"Çünkü bir kadın iyi bilirdi yarası olan erkeği. Uzaktan bile görse tanırdı, bulurdu. Galiba kadınlar, yaralı erkekleri seçerdi hayatlarına ve bir erkeğin hayatındaki yara bandı olmayı tercih ederlerdi. Belki de kadınlardaki bu duygu, bu ilaç olma çabası, ezbere bildikleri pansuman davranışlar, içlerindeki anneliktendi. Her yerlerinden fışkıran şefkatten… Çünkü kadınlar daha çok küçükken başlardı yara sarmaya, oyuncak dünyalarında bile herkesi mutlu etmek zorundaydı, değil ki bu dünyada...
Yarası olan bir erkeği mutlu etmek için her şeyi yapabilirdi bir kadın. İyileştirmeyi severdi. Belki de o yüzden kendi elleriyle iyileştirdiği adamı, yine bir başkasının hayatına iten de aynı kadın olabilirdi. Ne var ki yarası olan erkeklerin ihtiyacı kadar, kadınların da yaralı erkeklere ihtiyaçları vardı… Yeryüzünde bilinmeyen başka bir dengeydi bu..."
Sayfa 209 - Senden sonra- Bir kalanin bir de gidenin oykusuKitabı okudu