1943 yılında Kırgız bozkırlarında küçük bir köyde geçiyor hikaye. Köyün tüm erkekleri savaş gittikleri için köylerde sadece kadınlar ve küçük çocuklar kalmıştır. Şen şakrak, güzeller güzeli Cemile evlendikten dört ay sonra kocası savaşa gitmiştir ve kocasının ailesi ile baş başa kalmıştır. Köydeki tüm iş yükü kadınların omuzlarındadır.
Savaşta yaralandıktan sonra köye dönen Danyar ve Cemile'nin aşk hikayesini bizlere Cemile'nin kaynı Seyit anlatmaktadır.
Kitabın arka kapağında "dünyanın en güzel aşk hikayesi" olduğunu belirten bir alıntı var. Bunun ifade etmediği şey, bunun sadece romantizm anlamında bir aşk hikayesi olmadığı, aynı zamanda daha derin bir aşkla ilgili olduğu; toprağa, geleneğe, müziğe, sanata, yaşamın kendisine olan aşk. Örneğin Seyit'in Danyar'ı ilk kez şarkı söylerken dinlediği şu anlatımı ele alalım:
"Deli gibi aşıktı Danyar. Anladığıma göre sevdiği bir de yoktu. Onunkisi toprağa, yaşama karşı duyulan bir aşktı, derin bir tutkuydu. Yalnız, Danyar sevgisini içine gömmüştü; onu müziğiyle dışa vuruyor, onunla yaşıyordu şimdi. Yoksa sevmeyen bir insan, sesi ne denli güzel olursa olsun, böyle türkü söyleyemez."
Dil, lirik ve akıcı bir şekilde ilerliyor. Burada da harika bir zaman ve mekan duygusu var. Kendimi tamamen bozkırdaki kırsal yaşamın içindeymiş gibi hissettim.