Bu zamana kadar benimsediğim düşünceyi savunurken vicdanımı hep sorguladım. Ya Kürtler dertlerini anlatırken, dertlerini siyasi fikirlerini benimsetme yolunda araç olarak kullanıyorlarsa ya gerçek sandıklarımızın, görünen acıların bir de görünmeyen sahte yüzleri varsa ve biz de bazı oyunlara alet ediliyorsak diye. Bu şüpheleri Batı'da büyümüş bir Kürt olarak barındırdım. Yani sözün özü Batı'da bir Kürt olarak Doğu'daki Kürtleri anlamaya çalışmak için giriştim bu kitabı okumaya. Önceki okuduğum kitap Salyangoz'da olduğu gibi... Onda da yine öteki olan Ermenileri anlamaya çabalamıştım. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bana ötekilik duygusunu bu kitap gibi veremedi, hissettiremedi.
Kitabın ilk bölümü ailelerin röportajlarına, ikinci bölümü katliamdan günümüze katliamın medyaya yansımalarına, son bölümü ise siyasilerin görüşlerine yer vermiş.
Kitap, Roboskî'de ölen insanları rakamlar olarak değil, yasları tutulması gereken insanlar olarak görmemi, ölenlerin yakınlarının acılarını derinden hissetmemi, dertlerini ve arayışlarını kelimenin tam anlamıyla "anlayabilmemi" sağladı. Sanki ben Sibel Oral'la beraber ölenlerin yakınlarının evlerine gittim. Onları dinledim, anladım, hissettim, "acı"dım. Bundan böyle ben de o ailelerin adaleti beklerken kanayan bir üyesiyim.
Gerçekten dinlemek, anlamak, hissetmek için okuyun derim.