"Beni hiç tanımamış olan sana..." denilerek başlanan bir mektup.
Merakla okuduğum her bir satırda aşk, teslimiyet, acı ve adını koyamadığım bir çok şey.
Sahi bu aşk mıdır? karşılıksız olduğu halde yıllarca sürmüş olan bir saplantı veya zihnin bir oyunu, kalbin alay edercesine zehri şifa yaptığı bir şey mi? bilmiyorum.
Kesin olan tek şey hayranlık olmadığıdır diye düşünüyorum.
Hanımefendinin sözlerine bakılırsa tanrılaştırma denebilir elbette, diğer türlü kim adını yaşamı boyunca dahi bilmemiş bir adam için "Tanrıya inanmıyorum artık, ben sadece sana inanıyorum." diyebilir ki? "Her kelimen incilim ve duamdı benim." bir kul yaratıcısına dahi böylesine sadık kalamazken aşk, nasılda böyle kul köle edebilir insanı?
Nasıl gözüne perde indirebilir? ne acayip!
"Hiç farkettin mi acaba? çok güzeldim." kadının içine ruhunu üflediğinden habersizce yılları geçirmiş, adını dahi bilmeyen, yüzünü, bedenini dahi tanımayan, bir adam karşısında ise artık bir ölü olan yaşamı onunla başlamış ve onunla son bulmuş bir kadın ve geriye kalan boş bir vazo, gizemli bir dostun gönderdiği güllerin eksikliği ancak 'o gece' farkedildi.
Okuyucuya kalansa gözyaşlarıyla kitabı rafa kaldırmak.