Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Avrupa'nın büyük bölümünde dinsel yasalar, engizisyon, cadı avları gibi kurum ve uygulamalar yüzyıllar öncesinde kalmıştır. Türkiye belki ortaçağını çok daha uygar biçimlerde yaşadı. Ama ne var ki, Türkiye'de bugün dahi yaşayan bir ortaçağ var. Birçok yörede kadınların gördüğü muamele, "terbiye" amaçlı dayağın yaygınlığı, on yıl önceki Sivas olayı, günümüzdeki ortaçağın somut örnekleridir. Batı'nın çoğu yerinde dinsel yasalar çok geçmişte kalmış bir olgudur, oysa İslam dünyasının birçok ülkesinde şeriat yürürlüktedir, Türkiye gibi yürürlükte olmadığı yerlerde de pek çok insan bunun uygulanmasını istemektedir. Kimi Müslüman ülkelerde şeri ceza hukukunun recm (taşlayarak öldürme) cezası dahi uygulanmaktadır. İslamcı ailelerin, çocuklarını yetiştirirken cehennem azabı korkutmalarıyla onların duygu ve düşünce dünyaları üzerinde kurdukları ağır baskı başlı başına bir insanlık faciasıdır.
Sayfa 297
17 Nisan 1940'ta kabul edilen Köy Enstitüleri Kanunu ile birlikte Tarım Bakanlığı'nın saptadığı 11 değişik yörede köy enstitüleri açıldı. 1937-38'de açılmış olan 3 öğretmen okulu da enstitüye dönüştürüldü. Enstitüye alınacak çocuklar 5 yıllık köy okullarını bitirenler arasından seçiliyorlardı. Enstitüde 5 yıl okuyorlar, fakat bu
Sayfa 238
Reklam
Atatürk hareketini anlamak için ilk atılacak adım, onun hangi gereksinmeye karşılık olduğunu saptamaktır. Atatürk devriminin, olağanüstü güç sahibi bir önderin keyfi uygulamaları olmadığını görmek gerekir. Öyle olsaydı, Atatürk ölür ölmez ya da kısa bir süre sonra, yaptıkları yıkılırdı. Oysa yarım yüzyılı geçti, devrim hâlâ ayaktadır. Demek ki Atatürk devrimi, Türk halkının da benimsediği bir gereksinmeden kaynaklanıyordu. O bakımdan buna Türk devrimi de diyebiliriz.
Sayfa 222
Dönemin ikinci önemli özelliği, bu süre içinde sürekli yabancı yatırımları devletleştirme siyasetinin güdülmesidir. Bugün Türkiye yabancı sermaye arayan bir devlet olduğu için o dönem hükümetlerinin bu tutumu bize şimdi garip gelebilir. Unutmamak gerekir ki, emperyalizm, Sevr ile Türkleri sömürge halkından daha kötü bir duruma düşürmeye kalkışmıştı. Lozan'dan sonra da emperyalizmin azgınlığı devam ediyordu. Cumhuriyet'in yöneticileri biliyorlardı ki yabancı yatırımlar o devletin sömürgeci niyetlerinin bir köprübaşısıdır. Onun için yabancı demiryollarını, rıhtımları, su, elektrik, havagazı gibi kent hizmetine yönelik yatırımlarını sırası geldikçe, fırsat çıktıkça devletleştirmişlerdir. Dünya iktisat bunalımı da devletleştirme için uygun bir ortam sağlamıştır.
Sayfa 218
Şeriat, İslamiyeti ortaçağa, geri kalmış ülkelere bağlayan bir zincirdi. Bu zincirin Türkiye'de kırılmış olması, İslamiyete, çağdaş dünyanın, ileri ülkelerin dini olma olanağını vermiştir. Şeriatın yürürlükte olmaması, Türkiye (ve diğer Müslüman ülkeler) için bir kalkınma, bir varolma sorunudur. Zira şeriat ya da şeriatçılar, kadını eve kapatmak istemektedirler. Oysa kadının kalkınma yarışının dışına itilmesi, Türkiye'de nüfusun yarısının kalkınma yarışına katılmaması demektir. Tek ayakla yarışılabildiği görülmemiştir. Bu durumdaki Müslüman ülkelerin ileri, uygar ülkeler arasında yer alma umudu yok demektir. Üstelik kadının toplum hayatından soyutlanması, onun kültür düzeyinin de düşürülmesi demektir. Oysa erkek çocuklar dillerini (anadili) analarından öğrenirler, babalarından değil. En önemli kültür aracı dilimizdir, en temel eğitim ananın çocuğuna dili öğretmesidir. 500 sözcük bilen ananın yetiştireceği erkek çocuk başka, 1.500 sözcük bilen ananın yetiştireceği erkek çocuk başka olacaktır. Demek ki kadınların eve kapatılması, erkeklerin de düzeyinin düşmesiyle sonuçlanacaktır.
Sayfa 190
Tanzimat döneminde Avrupa'nın büyük devletlerinin oynayacağı bu rol ünlü Tanzimat paşalarından Fuat Paşa tarafından şöyle açıklanmıştı: "Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukardan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir." Paşanın sözünü ettiği "yukarısı" padişahtır. "Aşağısı" ise halktır. Osmanlı siyaset dinamiklerini çok güzel anlatan bu sözle, padişahın ne denli güçlü, halkın ne denli edilgin, devlet adamlarının ne denli çaresiz oldukları ifade ediliyor. Onun için paşalar, padişaha karşı bir ağırlık oluşturabilmek için zaman zaman "düvel-i muazzama"ya (büyük devletlere) yaslanmak durumunda kalmışlardır.
Sayfa 31
Reklam
Japonya dış dünyaya kapanmayacaktı, fakat o dış dünyaya kendini ezdirmemesi için modernleşmesi, sanayileşmesi gerekiyordu. Sanayileşmenin önderliğini üstlenen devlet fabrikalar, işletmeler kurdu. Kısa süre sonra bu fabrika ve işletmeler kimi feodal önderlere devredildi. Böylece bunlar sanayici-kapitalist oldular. Japonya bir bakıma Avrupa'da daha önce görülmüş merkantilist siyasaları izlemekteydi. Ne var ki Avrupa'dan farklı olarak Japonya'nın acelesi vardı. Bir an önce emperyalist güçlerle boy ölçüşebilecek duruma gelmek istiyordu. Feodallikten gelip sanayici-kapitaliste dönüşmüş aile ve kişiler Batı'daki kapitalistlerden farklı davranışlar gösterdiler. Yalnızca kazancı düşünmediler. Hep kamusal bir sorumluluk taşıdılar. İşçilerle ilişkiler de farklıydı. Bunalım da olsa, görevini yapan işçi işten çıkartılmıyordu. Çalışamaz duruma da gelse, ölünceye değin firma, işçisine sahip çıkıyordu. Patron-işçi ilişkileri geleneksel ilişki kalıpları içinde yürütülüyordu.
Kimi aydınların, Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti'nin, artık esas itibariyle Türk ve Araplardan oluştuğuna bakarak, Avusturya - Macaristan modelinde olduğu gibi, bir Türk - Arap imparatorluğu haline getirilmesini düşündükleri anlaşılıyor.
352 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Kaliteli bir çalışma
Kitap Türkiye tarihini özet bir şekilde, gayet akıcı bir dilde ele alıyor. Özellikle ana hatlarıyla Türkiye tarihini öğrenmek isteyenler için kaliteli bir başucu kitabı.
Kısa Türkiye Tarihi
Kısa Türkiye TarihiSina Akşin · İş Bankası Kültür Yayınları · 2007833 okunma
Halen geç kalıyoruz!!
Bu gecikmenin nedenini en iyi anlatan Türklerin matbaa macerasıdır. Matbaa Avrupa'da 1450'lerde başlamıştır, Osmanlı'da 1729'da. Arada 279 yıl var. Başka bir gösterge : 1908'de Türkler arasındaki okuryazarlık yüzde 5'in altındaydı.Türkler bu gecikmeyi çok pahalıya ödemişlerdir.
Reklam
Luther, "Akıl şeytanın orospusudur" diyordu.
Abdülhamit baskıcılığının ilk büyük icraatı Mithat Paşa'nın yok edilmesidir.
Önsöz
Maalesef Türkiye'miz, 21. yüzyıla hafızasız adım atılabileceğini sanan ülkelerdendir. .. .. Sina Akşin
Prof. Sina Akşin
"Bugün demokrasimiz Atatürk döneminin attığı, İnönü döneminin pekiştirdiği sağlam temeller sayesinde Atatürk döneminden çok daha ileridedir. Atatürk dönemine göre bugün daha demokratız, ama Atatürk dönemi Avrupa ortalamasından daha ileriyken 1945'ten beri o ortalamanın gerisindeyiz. Mutlak olarak ilerledik ama Avrupa'ya göre geriledik."
Türkiye’de parti önderleri her düzey seçimde genellikle dilediklerini aday gösterebildikleri için son derecede güçlüdürler. Aynı biçimde seçmenler partiden çok, öndere oy vermek eğilimindedirler.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.