Nihayet Kral IV. Henri Fransa tahtına oturunca İspanya maceramız sona eriyor ve 17. yüzyıl Fransa’sına dönüp Paris sokaklarına uzanarak hız kesmeden serüvenimize devam ediyoruz. Her zaman olduğu gibi bu kitapta bir öncekinin finalinden devam ediyor. Ama bu kez aradan 20 yıl geçiyor. Fausta’nın hazinesinin peşine düşen Engizisyon yine ön planda. Kötülük, Louvre sarayında yeni karakterlerde vücut buluyor. Bu kitapta bizim için en büyük sürpriz elbette Pardayan’ın yolunun oğlu Jehan ile kesişmesiydi. Birbirlerinden habersiz atıldıkları maceraları okumak keyifliydi. Yine de yeni karakterlerle renklenmesine rağmen geçmişe özlem duyduğumuz bir devam kitabıydı.
Jehan’ın hayatı, düşünceleri, tavrı, tarzı hatta aşkı yaşama ritüeli o kadar babasına benziyordu ki, sanki ikinci kez aynı şeyleri okuyormuşuz hissi yaşadık. Geçtiğimiz kitapta bıraktığımız karakterlerin bir kısmının akıbetini öğrenemedik, bu kitapta da birçok şeyin ucu açık kaldı, bu da bizi rahatsız etti açıkçası. Diğer yandan seri bir bütün olarak keyifli ilerliyor ama üzülerek bu kitabı diğerlerine nazaran daha az sevdiğimi söylemeliyim.
Pardayan tanıştığımızda yirmi yaşındaydı ama yıllar ona bonkör davranmadı, o artık yaşlı bir şövalye. Pek mümkün görünmüyor ama dilerim bize erken veda etmez ve finali onunla yaparız. Geriye kaldı üç kitap. Bakalım bizi neler bekliyor.
Baştan başa insancıl bir Hristiyanlık anlatısıyla örülü, gizem ve korku öğelerinin öyküyü sürüklediği ve aynı zamanda belki de edebiyat tarihindeki en sağlam ve hayranlık uyandırıcı karakterlerden birini, Jane Eyre'i bize tanıtmış olan harika bir roman.
Evet, evet tesadüf öğeleri günümüz anlayışımıza göre dalga geçilecek kadar yapay. Zaten