«Hepimiz dürüst olamayız ki, Matvei? Hırsızlar olmasa senin dürüstlügünün bir anlamı kalmaz, değil mi? Sizin değerli oluşunuz bana bağlı.
- Ne demek sana bağlı! Neden böyle saçmalıyorsun yani?
- Nedeni var mı? Ben çalıyorum, sen çalmıyorsun, bu yüzden sen el üstündesin. Kimse çalmasa, herkes aynı olacak. Bana öyle geliyor ki, Anton Semyonoviç, benim gibileri özellikle alıyor buraya senin gibilerin bir anlamı kalmaz ki ben olmasam.
- Amma da saçmaladın! Dünyada tek bir hırsızlık olayının görülmediği ülkeler var, biliyor musun. İşte Danimarka, işte lsveç,
İsviçre. Oralarda hiç hırsız yokmuş, öyle okudum.
-Amma da attın! » diye atılırdı oradan Verşnev.«Orda da çalıyorlar pekâlâ! Hem hırsızı olmayan ülke mi olurmuş? Bak işte, o ülkelerin beş paralık önemi yok yeryüzünde.Danimarka'ymış, İsviçre'ymiş!
- Biz çok mu önemliyiz yani?
- Biz? Baksana nasıl gösterdik kendimizi dünyaya! Daha ne olsun be! - Senin gibiler olmasa her şey daha kolay olurdu, aldın mı ağzının payını!» diye bağırırdı Belukhin. Bunun gibi tartışmalar, en çok Karabanov'u öfkelendirirdi.Yatağından atlar , yumruklarını havada sallamaya, kara gözlerinden, Belukhin'in halim selim görünüşlü yüzüne öfkeli bakışlar fırlatmaya başlardı hemen.
«Sen ne konuşuyorsun be?» diye bağırırdı. Mityagin'le ben bir lokma fazla ekmek yiyoruz da insanlara bunun zararı mı oluyor yani?
Her şeyi ekmekle ölçüyarsun sen zaten!
- Ekmeğin batsın senin! Yediğin fazla lokma değil önemli olan, sendeki domuzluk, anladın mı şimdi? O domuz burnunu toprağa daldırmış sağı solu alt-üst ediyorsun - işte bunu diyorum ben!»