Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"İnandığı şeyi yapan insanların enerjileri asla tükenmez."
Ernst Cassirer, "Günlük duyu yaşantısı algılan­madan kalan sonsuz olanaklara gebedir. Sanatçının yapıtında bu olanaklar gerçeklik durumuna gelirler, ortaya çıkarılırlar ve belli bir biçim kazanırlar. Nesnelerin görünümlerinin kavranılmayan bö­ lümlerinin bu açık kılınması işi, sanatın en büyük ayrıcalıklarından ve büyülü yanlarından biridir" diyor.
Reklam
"Aristoteles'in insan'ı "toplumsal bir hayvan" olarak tanımlaması yeterince kuşatıcı bir tanımlama değildir. Bu tanım bize genel bir kavram verir ama özgül ayrımı göstermez. Böylesine bir toplumsallık insana özgü bir nitelik olmadığı gibi tek başına insanın ayrıcalığı da değildir. Hayvan topluluğu denilen topluluklarda da örneğin arılar ve karıncalar arasında da kesin bir işbölümü ve şaşırtıcı ölçüde karmaşık bir toplumsal düzenle karşılaşıyoruz. Ama insanda, hayvanlarda olduğu gibi yalnızca bir etkinlik (action) toplumu değil, aynı zamanda bir düşünce ve duygu toplumu da buluyoruz. Dil, mitoloji, sanat, din ve bilim, bu daha yüksek toplum biçiminin ögeleri ve kurucu koşullarıdırlar. Bunlar organik doğada rastladığımız toplumsal yaşam biçimlerini yeni bir duruma yani toplumsal bilinçliliğe dönüştüren araçlardır. İnsanın toplumsal bilinçliliği özdeşleştirme ve ayrımlaştırma diye adlandırabileceğimiz ikili bir edime dayanır. İnsan bu toplumsal yaşam ortamı olmaksızın kendini bulup kendi bireyselliğinin bilincine varamaz."
Sayfa 208Kitabı okudu
"İnsanda anımsamayı bir olayın geri dönüşü, önceki izlenimlerin silik bir imgesi veya tıpkıbasımı olarak betimleyemeyiz. Anımsama yalnızca bir yineleme olmayıp daha çok geçmişin yeniden doğuşudur. Yaratıcı ve yapıcı bir süreci içerir. Geçmiş deneylerimizin ayrı ayrı verilerini toplamak yeterli değildir. Onları gerçekten 'yeniden-toplamamız', düzenleyip birleştirmemiz ve düşüncelerimizi üzerinde yoğunlaştırdığımız bir nokta haline getirmemiz gerekir. Bize özyapısal insan belleği örneğini veren ve onu hayvansal veya organik yaşamdaki tüm başka olaylardan ayıran bu tür bir anımsamadır."
"İnsan, eylemsel alanda bile katı bir olgular dünyası içinde veya doğrudan doğruya gereksinim ve isteklerine göre yaşamaz. Tersine, imgesel duyguların, umut ve korkuların, yanılgı ve yanılsamaların, kuruntu ve düşlerin ortasında yaşar. ... Us, insanın kültürel yaşam biçimlerini tüm zenginlik ve çeşitlilikleri içinde kavrayabilmemize elverişli bir terim değildir. İnsanı 'ussal hayvan' olarak tanımlamak yerine 'simgeleştiren hayvan' olarak tanımlamalıyız. Ancak bu şekilde onun ayırıcı özelliğini belirtebilir ve insana açılan yeni yolu, uygarlık yolunu anlayabiliriz. ... hayvanlar pratik bir imgelem ve zekâya sahiptirler ama yeni bir biçimi, bir 'simgesel imgelem ve zekâ'yı yalnızca insan geliştirmiştir."
"Tüm insan tanımları bizim insana ilişkin deneylerimize dayanmadıkları ve bu deneylerce pekiştirilmedikleri sürece havada kalmaya yazgılıdırlar. İnsanı bilmek için onun yaşam ve davranışını anlamaktan başka bir yol yoktur. Ama bu noktada bulduğumuz şey, her tek ve yalın formül bulma çabasına karşı çıkan bir şey: Çelişme, insan varlığının gerçek öğesidir. İnsanın bir "doğa"sı, yalın ve türdeş (homojen) bir varlığı yoktur. O, varolanla varolmayanın garip bir karışımıdır. İnsanın yeri bu iki karşıt kutup arasındadır."
Reklam
Mitoloji kaçınılmazdır. Doğaldır. Dilin kendisi ile beraberinde getirdiği doğuştan gelen bir zorunluluktur. Dili düşüncenin dışa vurumu ve harici bir biçimi olarak ele alırsak, dilin aslında düşüncenin üzerine karanlık bir gölge düşürdüğünü görebiliriz ve bu bölge dil düşünceye tamamen eşit hale gelmediği sürece kalkmayacaktır. Dil de asla düşünceye tamamen eşit hale gelemez. Mitolojinin şüphesiz insani düşünce tarihinin ilk çağlarında çok daha coşkulu bir şekilde patlak verdiğini biliyoruz, ancak hiçbir zaman için tamamen bitip kaybolmadığını da biliyoruz. ... En yüksek mertebedeki anlamıyla mitoloji, dilin zihinsel aktivitelerin mümkün olan her bir safhasını kullanarak düşünce üzerinde kullandığı bir güçtür.
..her bir mitolojik figürün özünün direkt olarak bu figürün taşıdığı isimden öğrenilebileceği varsayılır.
Jean Paul bir yerde şöyle der: "Bana öyle geliyor ki, o muğlak parlaklığı dil vasıtasıyla yıldız kümelerine bölmek suretiyle 'bütünü' bilinci için parçalarına ayırmış olmasaydı insan da tıpkı hayvanların dünyada dalgalı ve karanlık bir denizdeymişçesine sürüklenmeleri gibi, dışsal algıların yıldızlı genişliğinde kaybolacaktı."
Kavrayışı mitsel-dinsel tutumun büyüsü altında olan bir kimse için bütün dünya basitçe ortadan kalkmış gibidir; dinsel ilgisine hükmeden dolayımsız içerik, her ne olursa olsun, öyle bütüncül bir biçimde bilincini doldurur ki başka hiçbir şey onun yanında ve ondan ayrı olarak var olamaz. Ego tüm enerjisini bu tek nesne üzerinde harcamaktadır, onda yaşar, kendisini onda kaybeder.
Reklam
meğer ki...
"Tin, dile ait sözcükte ya da mitsel imgede her ikisinin de denetimine girmeden yaşar. Şiirin ifade ettiği şey ne tanrıların ve daimonların mitsel söz-resmidir, ne de soyut tanımlamaların ve ilişkilerin mantıksal hakikati. Şiirin dünyası, yanılsama ve fantezi dünyası olarak her ikisinden de ayrı durur; ama öte yandan saf his alanı sadece bu yanılsama kipi içerisinde ifadesini bulabilir, tam ve somut edimselleşmesine de ancak bununla erişebilir. Bir zamanlar insan zihninin karşısında katı gerçekçi güçler olarak çıkmış söz ve mitsel imge şimdi tüm gerçekliklerini ve etkilerini çıkarıp atmıştır, tinin, içerisinde engel ya da engelleme ile karşılaşmadan yürüyebileceği hafif, parlak bir 'aether' haline gelmişlerdir. Bu özgürleşme, zihin, sözün ve imgenin duyusal biçimlerini bir yana attığı için değil, her ikisini de kendi organları olarak kullandığı için elde edilir; bu sayede zihin onların gerçekte oldukları şeyi idrak eder: meğer onlar zihnin kendi tezahürünün biçimlerinden başka bir şey değilmişler."
Sayfa 115 - Mecazın Gücü (aether: maddenin, beş duyu ile algılanamayan hali)Kitabı okudu
"... mit ile dilin, düşüncenin evriminde; anlık deneyimlerden kalıcı kavramlaştırmalara, duyu izlenimlerinden tarif etmeye geçiş evriminde benzer roller oynadıkları ve her birinin işlevlerinin birbirlerini koşullandırdığı apaçıktır. Zihinsel yaratımımızın, kozmosa dair birlenmiş görüşümüzün doğduğu büyük sentez için toprağı ikisi birlikte ve birleşim halinde hazırlarlar."
s. 53 / Dil ve KavramlaştırmaKitabı okudu
"... kuramsal bilginin bütün kavramları mantığın daha alt tabakası üzerine kurulu olan, yani dilin mantığı üzerine kurulu olan daha üst tabakasını oluştururlar yalnızca. Fenomenleri kavramaya ve anlamaya yönelik entelektüel işin başlayabilmesinden önce, adlandırma işi onu öncelemiş ve belli bir işlenmişlik noktasına erişmiş olmalıdır. Çünkü hayvanların da sahip olduğu duyu izlenimleri dünyasını zihinsel bir dünyaya, bir idealar ve anlamlar dünyasına çeviren bu süreçtir. Tüm kuramsal kavrayış, dilin önceden oluşturduğu bir dünyadan yola çıkar; bilim insanı, tarihçi, hattâ filozof, ancak dilin kendisine sunduğu halleriyle nesnelerine razı olmak durumundadır."
s. 37, 38 / Dil ve KavramlaştırmaKitabı okudu
"Dilsel kavramların birincil işlevinin, deneyimlerin karşılaştırılarak belli ortak özniteliklerin seçiminden değil, fakat deneyimlerin yoğunlaştırılmasından, deyim yerindeyse, bir noktaya dek damıtılmasından oluştuğu açıktır. Ancak bu yoğunlaştırmanın tarzı her zaman öznenin ilgisinin yönüne bağlıdır ve deneyimin görüldüğü ereksel bakış açısı tarafından belirlendiği kadar deneyimin içeriği tarafından belirlendiği pek söylenemez. Arzulamamıza ve istememize, umudumuza ve kaygımıza, eylememize ve yapmamıza önemli görünen her ne varsa: o ve yalnızca o, sözel "anlam"la damgalanır."
Sayfa 47 - Dil ve KavramlaştırmaKitabı okudu
"...modern dil bilimi, dilin "kökenini" aydınlatmaya dönük çabalarında sık sık, Hamann'ın, şiirin "insanlığın anadili" olduğunu ifade eden yargısına geri dönüp durur. Bu bilimin uzmanları, konuşmanın köklerinin yaşamın yavan, mensur vechesinde değil şiirsel vechesinde yattığını, öyle ki konuşmanın nihai temelinin, şeylerin nesnel görünüşüyle ve belli özniteliklere göre sınıflandırılmasıyla meşgul olmada değil, öznel hissin ilkel gücünde aranması gerektiğini vurgulamışlardı. ... Tanrının imgesinin icra ettiği işlevin aynısı, kalıcı varoluşa yönelik aynı eğilim, dilin telaffuz edilmiş seslerine de atfedilebilir. Sözcük, tıpkı bir tanrı ya da daimon gibi, insanın karşısına kendisine ait bir yaratım olarak değil, kendinde ve kendi sayesinde var olan nesnel bir gerçeklik olarak çıkar. Kıvılcım atlar atlamaz, ânın gerilimi ve duygusu sözcükte ya da mitsel imgede boşalır boşalmaz insan zihniyetinde bir tür dönüm noktası vuku bulmuş olur; sırf öznel bir durum olan içsel heyecan kaybolmuş ve mitin ya da konuşmanın nesnel biçimine çözünmüştür; artık sürekli-ilerleyen bir nesnelleştirme başlayabilir."
s. 44, 45 / Dil ve KavramlaştırmaKitabı okudu
751 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.