Fransa’da Stendhal, Balzac, Zola ve Flaubert gibi romancıların elinde gelişen gerçekçilik akımı da, diyebiliriz ki, sırtını yine yansıtma ilkesine vermiş bir sanat anlayışına yaslanır.
Gerçekçilikle bu idealizm kolay bağdaşamaz. Diyebiliriz ki, toplumcu gerçekçiliğin ‘gerçekliği yansıtma’ diye belirlediği sanalın özü ile, idealizme ve romantizme kaçan işlevi arasında bir çalışma vardır.
Ama madem ki yazarın bir görevi de eğitmekti, öyleyse olanı değil olması gerekeni yansıtmalıydı yazar. Kötüler cezalarını bulmalı, iyiler mutlu sonuca varmalıydı. Scaliger; Sidney, Corneille, Dr. Johnson hep bu öğretiyi savunmuşlardır.
Gördük ki sanalın işlevi konusunda Platon olumlu değil. Özellikle edebiyatın zararlı etkilerinden şikâyetçi. Buna karşılık Aristoteles, edebiyatın bir çeşit bilgi kazandırdığına ve tragedyanın da arınma sağladığına inandığı için sanatın yararlı bir işlevi olduğunu söylüyordu.
Aristoteles “ şairin görevi gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı ifade etmektir” demişti. Yine Poetika’nın başka bir yerinde de şu cümle var: “şair... nesneleri nasıl olmaları lâzım geliyorsa, o şekilde tasvir etmelidir."