“Ne ararsan bulunur, derde devadan gayrı”
Edebiyat modaları, ruhumuza nüfuz etmeyen birer elbise.
Reklam
Cemil Meriç
Ya İslâmiyet? Hümanizm putperest sanata karşı duyulan hayranlıksa, Müslüman dünya böyle bir muhabbetten ha­bersiz yaşamıştır. Çölde doğan İslâmiyet, Yunan şiirinin çıl­gın ve günahkâr cazibesine kapalıydı. Sirenlerin şarkısını engin denizlere açılmayanlar duyamazlardı ki. İslâmiyet Yu­nan ve Roma’dan düşünceyi almıştı, besleyici unsurları var­lığına katmış, posayı bırakmıştı geriye. Unutmayalım ki ka­ranlıklar içinde bocalayan Avrupa’ya Antikçağ’ın en büyük dâhisini, Aristo’yu, müslümanlar tanıtmıştır. Yani Batı hü­manizminin ana kaynaklarından biri İslâmiyet’tir. Ne var ki İslâmiyet’i Homeros da ilgilendirmemiştir, Virjil de. Câhiz (772-870) için dünya şiiri Yedi Askı şairleriyle başlar. İslâ­miyet Yunan ve Latin sanatına niçin dönecekti? Ne dilde, ne zevklerde ortaklık söz konusuydu.
Cemil Meriç
"Muhammedi­ler sandığınız kadar budala değildirler. Onları puta tapma, ekmek ve şarabın Hazreti İsa'nın eti ve kanına dönüşeceği gibi inançlarla kandıramazsınız. Onlara kaba davranmak da yanlış. Terbiyeli olmak ve delilleri iyi seçmek zorundayız. Konuşurken Muhammed’in iyi tarafları olduğunu da belirt­meliyiz. Evet, Muhammed insanlığa sahte bir din kabul et­tirmek suretiyle büyük suç işlemiş ama kendine göre fazi­letleri de var. Bir defa yakışıklı, sonra ince bir zekâsı, kibar davranışları olduğu da gerçek. Fakirlere karşı cömert, düş­manlarına karşı alicenap." (Avrupa'da Kur'an-ı Kerim'in ilk ciddi tercümesini yapan ve Londralı bir Avukat olan Sale, tercümesine yazdığı 132 sayfalık giriş bölümünde İslâm'dan ve Hz. Muhammed'den bu sözlerle bahseder. Biz bu bilgilerden Cemil Meriç'in Kırk Ambar isimli eseri sayesinde haberdar oluyoruz.)
Cemil Meriç
Marksizmin Dinlere Meydan Okuyuşu ... Eski İslâm tarihçilerine göre, Sahabe'den Ebu Zer El Gıfari, Hristiyan ve Musevi rahiplerinin açgözlülüklerini kı­nayan bir ayeti yorumladığı için muahezelere uğramış. Ebu Zer’in suçu; bu ayetin İslâm zenginleri için de geçerli olduğunu söylemek, Cenab-ı Hak bize de ihtarda bulunu­yor, demek. Güzel bir örnek bence. İktidara geçen her ide­oloji, dayandığı prensipler sayesinde, başkalarında ayan beyan gördüğü kusurlardan münezzeh olduğuna inanır; kendi hatalarına gözlerini yummak, onları gizlemek, hatta meziyet gibi göstermek eğilimindedir. Bunun için gerçekleştirilen toplumun, tahayyül edilen topluma tıpatıp uydu­ğunu ispata çalışır. Bir adam ayağa kalkıp da, durun baka­lım, prensipleri çiğniyorsunuz, prensipler, bağlı olduğunuz ideolojik teşkilât üyeleri için de geçerlidir, deyince, bir dö­nemeç aşılmış olur. Münzevi Ebu Zer’in, bu ayet bizim için de nazil olmuştur diye haykırması, tarihin devam ettiğinin, beşer vicdanının ölmediğinin, gerçeğin pürüzleri karşısın­da birilerinin daima sesini yükselteceğinin inkâr kabul et­mez bir delili. Tarih boyunca nadiren şahit olduğumuz bir ihtar. Bu ihtarlar sayesindedir ki, insan tabiatına hâlâ güve­nebiliyoruz. Yaratıcı iyimserlik İslâm’da başlangıçtan itibaren mevcut. İslâmiyet, insan aracılığıyla zulümsüz bir toplum kurmayı emreder. Tabii Allah’ın inayetiyle ama insan aracılığıyla. Klasik İslâmiyet asırlarca şeriatın zulmü önleyeceğine inanmıştır. Ama acaba Şeriat, adaletin gerçekleşmesi, zulmün önlenmesi için yeterli olmuş mudur?
Cemil Meriç
Kâinat mutlak bir teslimiyet içinde. Huzursuz olan, yal­nız insan. Gece gündüz huzursuz. Siteler yükseltiyor, sis­temler kuruyor. Sonra, hepsini yerle bir edip aynı işe biraz uzaktan tekrar başlıyor. Dış dünyanın hareketsizliği çılgına döndürüyor insanı. Ne istiyor? Aradığı ne? Bilmiyor ki. Yü­rüyor, boyuna çırpınıyor. Bir bir yıkıyor yaptıklarını. Ko­nuşan, kendisi değil, eylemleri. Bir kelime ile etrafındaki her şey durgun. Değişen, yalnız o.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.