Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Eşref Ali et-Tehânevi şöyle der: "Tasavvuf ummanında ilerlemenin, merhaleler kat etmenin yolu, insanın her şeyden önce bütün günahlarından tevbe etmesine bağlıdır. Eğer üzerinde kul hakkı varsa bu hakkı ödemeye hemen başlamalı veya hak sahiplerinden bu hususta müsamaha istemelidir. Zira, o kimse, insan haklarından doğan yükü haffletmeden ömrü boyunca çalışsa ve mücahedeye devam etse bile yine vâsıl-ı illallah olamaz."
Kaideler ve Şerhleri ilimcephesi.com/kaideler-ve-ser... Muhammed Eşref Ali et-Tehanevi – Yeni İlm-i Kelam(Modernizmin Şüphelerine Cevaplar),syf:51-74
Reklam
Kuralların olduğu yerde hiç kimsenin indi görüşüne yer olmadığı gibi hiç kimsenin bu kuralların sırrını sorgulama hürriyeti yoktur. Şer'i bir emrin kolayca anlaşılabilmesi için hikmeti veya sırrı anlatılırsa, bu sırf bir bağış olur. Ama bu, gerçekte bir cevap değildir. Lakin insanlar, zevkleri ve tabiatları bozulduğu için hikmet, maslahat ve sırların açıklamasını içeren şu maddeleri kıymetli şeyler olarak gördükleri ve bunlara böyle inandıkları için bağış mahiyetinde kendilerine şunu anlatacağız: Bir erkek, karısının elbiselerini giyerek büyük bir topluluğun huzuruna çıkarsa, kadınlara benzemeye çalıştığından bu kendisi için büyük bir utanç sebebi olmaz mı? Bütün işlerin illet ve gerekçesini akla bağlayan uygar yöneticiler, kılık kıyafet konusunda insanları kanüni kayıtlara göre davranmaya mecbur tutmamaktadırlar. Bu, kanuna muhalefet etmek, mahkemeyi hiçe saymak değil midir? Bu durumda şeriatın bu gibi işlere müdahale etme hakkı olmaz mı?!,
Sayfa 180Kitabı okudu
Bazı kimseler, kaderin varlığı sarih nasslarla sabit olduğu için kaderi inkâr edememiş ama kaderi yanlış şekilde açıklayarak kadere inanmanın, insanın iradesini elinden aldığını ve onu bazı şeyleri yapmaya mecbur hale getirdiğini iddia etmişlerdir. Bu iddia, müşahedelere aykırıdır. Kader, Allah'ın bilmesi olarak tefsir edilmiştir. Bilindiği gibi bilmek, bilinen şey üzerinde tasarruf etmek değildir. Dolayısıyla bu kimselerin bu iddiası, insanın iradesinin elinden alınmasını ve onun bazı şeyleri yapmaya mecbur kalmasını gerektirmez. Kaderi tanımlarken şöyle bir misal verilmiştir: Bir kâhin, bir adamın falan günde kuyuya düşerek öleceğini iddia eder de o adam, kâhinin söylediği günde kuyuya düşerek ölürse, o adamı kâhin öldürdü, denemez. Lakin nassları bilen ve onların manalarını iyice kavrayan kimse -gerçi bu mesele aklen de ispatlanmıştırbilir ki, olaylar Allah'ın bilgisiyle ilişkili olmanın dışında kalmadıkları gibi, Allah'ın iradesiyle ilişkili olmanın da dışında kalmazlar. Kaderin gerçek anlamı işte budur. Hatta bunu ilâhi takdirolarak adlandırmayan kimse de noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah'ın iradesinin olaylarla ilişkili olduğunu inkâr edemez. Gerçek anlamı bizim anlattığımız şekilde olduğuna göre ilâhi takdirin açıklamasını çarpıtmanın ne yatarı olacaktır?
Sayfa 165Kitabı okudu
Bu mefsedetin çıkış noktası şudur: Hadislerin kelime ve anlam bakımından asliyetini koruyamadığını zannedenler, muhaddislerle fakihlerin hallerini derinlemesine incelememiş; hafıza zayıflığı, hadise çok az ihtimam gösterme, takvasızlık ve ihtiyatsızlık bakımından onları kendilerine kıyaslamışlardır. Muhaddislerle fakihlerin hafızalarının
Sayfa 116Kitabı okudu
Modern ilmin meseleleri, Kur'ân-ı Kerim'in maksatları arasında yer almamaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de maksadı teyid etmek için anlatılan ve ispatı istenen şeye kat'i olarak delâlet eden ilmi meseleler kesin ve yakini bir şekilde sabittir. Başka bir delile dayanarak buna muhalefet etmek caiz olmaz. Buna muarız olan başka bir delil ortaya çıkarsa bu delil ya çürüktür ya da hakikaten değil de zâhiren teâruz ediyor diye yorumlanır. Evet, delil olarak gösterilen âyetin medlulüne delâleti kat'i olur da bunun hilafına sahih bir delil ortaya çıkarsa, ozaman zâhirinden başka manada yorumlarız. Nitekim biz bunu yedinci kaideyi anlatırken tahkik etmiştik.
Sayfa 112Kitabı okudu
Reklam
Bazı kimseler şer'i hükümler için kendi kafalarından esas gerekçe uyduruyor, sonra da şer'i hükümlerin tümünde bu esas gayenin mevcut olup olmadığına bakarlar. Hakkında nass bulunan hükümlerde bu görüşleri doğrultusunda tasarrufta bulunurlar. Bazı kimselerden duyduğumuza göre bunlar, abdestin esas gayesinin temizlik olduğunu, abdest
Sayfa 104Kitabı okudu
Şeriatın emrettiği hükümlerle amel ederken bazen sıkıntılar yaşadığımızı gören bazı kimseler, bu durumun söz ko nusu şer'i hükümlerin zamanımız için uygun olmadığına delâlet ettiği şeklinde bir şüpheye kapılmaktadırlar. Böyle bir şüpheye kapılanlara deriz ki: Bu hükümleri uygulamanın zorluğu, bir kişinin uygulamada zorluk yaşamasıyla sabit olmaz. Ancak bütün insanlar bu hükümleri uygulamaya çabalar ve uygularken zorluk yaşarlarsa, işte O zaman bu hükümleri uygulamanın zorluğu sabit olur. Şeri hükümleri uygulama zorluğunun gerçek sebebi, bu hükümleri uygulayanların uygulamayanlara oranının çok düşük olmasıdır. Yeryüzü sakinlerinin çoğunluğunun şer'i hükümlere karşı olduğu veya bunları uygulamaya topluca yönelmedikleri bir zamanda tabii ki bu hükümleri uygulamak zor ve sıkıntılı olur. Zorluğun sebebi, bu hükümlerin kendi zorlukları değildir. Sebep, yaşamakta olduğumuz şu hayattır. Bu öyle bir hayat ki, yeryüzü sakinlerinin çoğunluğu bu hükümlere karşıdırlar. Mesela bir tabib, hastasına on ila içeren bir reçete yazar. Ancak hasta, kendi kasabasında bu on ilacın hiçbirini bulamaz. Kusur ve zorluk reçetenin kendisinde değil, bu ilaçları kasabaya getirmeyen tüccarlardadır. Şer'i hükümde bazen hiçbir zorluk olmaz. Ancak onu uygulayacak olan kişi, uygulamanın kendisinin dünyevi âcil ve şahsi çıkarlarına zarar vereceğinden ötürü onu uygulanması Zor bir hüküm zanneder. Umümi maslahatların kişisel maslahatlara tercih edilmeye daha layık olduğunda şüphe yoktur. Umumun maslahatını koruyup gözetmek için hangi kanunda kişisel çıkarlar zarar görmez ki?!
Sayfa 102Kitabı okudu
Çatışma (teâruz), birinin doğruluğunu diğerinin yalan olduğunu gerektirecek şekilde iki hükmün muhtelif olmasıdır. Mesela bir adam, Zeyd'in bugün trene binip saat onda Delhi'ye ulaştığı haberini verir. Diğer bir adam ise “Zeyd bugün saat on birde evimde benimle birlikte oturmaktaydı” şeklinde bir haber verirse buna çatışma (teâruz)
Bir şeyin varlığı, o şeyin duyu organlarından biri veya müşâhede ile idrak edilmesini gerektirmez. (Müşâhede, eşyalardan birini bilmenin tek vesilesi değildir.) Bir şeyin reel olarak sübütuna hükmetmek, ancak aşağıdaki üç yoldan biriyle olur: a) Müşâhede. Mesela Zeyd'in bize doğru gelmekte olduğunu gördüğümüzde onun gelmekte olduğuna
44 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.