Akdeniz'in, özellikle Libya'nın ve Trablusgarb'ın Türkler için önemi, dahi, Türklerin Akdeniz, Libya ve Trablusgarb için önemi tarihte göz ardı edilemez bir husus olduğu halde bu meselenin üzerine hak ettiğince düşülmemiş, meseleyi ancak derinlemesine irdeleyenler ve ilgilenenler araştırmıştır. Tabii burada manevî ve aşkın bir ehemmiyetten bahsediyoruz.
Turgut Reis, Türk ve dünya tarihi için alelade bir figür değildir. Tiyatrocuların ya da mimarların "alaylı" ve "mektepli" gibi ayrışması ve çoğu zaman mektebin ön plana çıkması gibi Türk tarihinde de Turgut Reis, bütün fedakârlıklarına ve gazalarına rağmen, hürriyet sevdası ve civanmertliği ile sadece ismen bilinen bir figür olmuştur.
İşte bu asırlar ve mekânlar aşan güzide çalışma, Turgut Reis'in maneviyatını ve ruhsal çözümlemesini ilk kez gözler önüne seriyor. Manevî baştacı Abdüsselam el-Esmer Hazretleriyle gelişen ilişkisi, ezelî-ebedî rakibi Andrea Doria ve La Valette ile gelişen diyalogları ve "Fatıma" figürü ile kurduğu çok yönlü aşkın bağ düzleminde kendine, kendinde ve kendinden doğru; ilahî aşk üzerine alabildiğine samimi bir Turgut Reis portresi sunuyor. Mim Kemâl Öke Hoca'nın kendi "magnum opus"u olarak tanımladığı bu tamamen tasavvufî remizli bir izlek üzerine kurulu olan anlatı, yalnızca Allah'a biat etmenin önemini vurgularken herhangi bir öğretiyi dikte etmiyor okuruna. Aksine, determinist bir sonuç çıkarsamaksızın arada okura bırakılan boşluklarla, çok boyutluluğuyla, metinlerarasılığıyla ve etkileşimselliğiyle aslında edebî türler üzerinde bir konumda duruyor. Velhasıl, Bahr-i Sefid'i bir de "içeriden" okumak gerekiyor.