Ellerindeki tozu çırpıp yaptığı işi inceledikten sonra bize döndü.
“Tamamdır, oldu. Nereye gidiyorsunuz?”
Tanrım, söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum. İngilizce konu şuyor demek istiyordum, söylediği bazı kelimeleri anlıyordum. Kelimelerin parçalan oradalardı ve o da onu anlamalıymışız gibi davranıyordu ama anlamıyorduk.
Ter sırtımdan aşağı süzüldü. Dudaklanm düz bir çizgi hâline geldi ve, “Üzgünüm,” dedim. “Uçuşun yorgunluğunu atlatama dım. Tekrar edebilir misiniz?”
Kıkırdadı ve topuklarının üstünde ileri geri sallanırken elle rini beline koydu.
“Nereye. Gidiyorsunuz.”
Aksanından dolayı hiçbir şey anlamıyordum.
Ne demeye çalışıyordu?
Düşün... düşün...
NEREYE GİDİYORSUNUZ!
Yok artık.
“Nereye mi gidiyoruz?” Jeopardyl ’de bir sorunun cevabını
bilmişçesine neredeyse bağırmıştım.
“5ı/ adamın dediklerinden hiçbir şey anlamıyorum,” nedir,
Alexl
“Aynen.” Başını evet anlamında salladı.
Tamam, “aynen” kelimesi ne demek kesinlikle biliyordum. Adamım, şanslı günümdeydim.
İki çocuk doğurdum. Ama kendim doğurmak değil, evlat edinmek istiyordum aslında. Kan bağlarına hiç inanmadığım için, dünyaya nasıl olsa gelmiş olan kimsesiz bir çocuğu büyütmek, yeni bir çocuğu dünyaya getirmekten çok daha olumlu bir davranıştı benim açımdan. O zavallı annesiz çocuklar, koruma yurtlarında mutsuzdular; bir kadının gelip, onları almasını,
onları sevmesini bekliyorlardı. Bir çocuğuküçükken evlat alırsanız
onu ha doğurmuş, ha doğurmamışsınız hiç farketmez bence. Çünkü çocuğu benim etimdir, benim kanımdır diye değil,
ona emek verdiğiniz için, onun kahrını çektiğiniz için seversiniz
aslında. Bertolt Brecht, Kafkas TebeşirDairesinde, gerçek
ananın, bir çocuğu doğuran kadın değil, ona bakan, onu sevgiyle koruyan kadın olduğunu, yadsınamayacak bir mantıkla kanıtlar.