İnsanın kendine yabancılaşması pahasına kazanılan güç, gerçek güç değildir. Güçsüzlüğümüzü yaşayabilecek yürekliliği gösterdiğimiz bir anda biri bizi küçümserse, bu onun sorunudur. Aslında için için aynı yürekliliği gösterebilmiş olmayı o da ister, ama abartılmış gururunun tutsağı olduğu için bunu göze alamaz. Bazı insanlar, kendimizi dürüstçe yaşadığımız zaman, diğerlerinin bu 'açık'tan yararlanarak bizi devirmeye çalışacakları görüşünü savunurlar. Oysa bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir.
İnsanlar vardır, araba sürerken kırmızı trafik ışığıyla karşıkaştıklarında, ya da fazla kalabalık bir caddede yürürken kızarlar. Bu gibi duygular zaten öfkeli olan bir insanın öfkesine gerekçe araması sonucu yaşanır.
İnsanları sevebilmek, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir. Bununla kastedilen, karşımızda düşmanlar varmışçasına geliştirilecek savunma yöntemleri değil, kendimizi dürüst ve açık bir biçimde yaşayabilme yürekliliğini gösterebilmektir. Sinsice yaşanan duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissetmeyiz.
Zihinsel çabanın ancak nadiren zevk verici olduğunu varsaymak yanlıştır. Gerçek olan şudur ki onun zevkli bir şey olması için bazı koşullar gereklidir ve de eğitimde bu koşulları yaratmak için son zamanlara kadar bir girişimde bulunulmamıştır.