Kitabı anlatmak, açıklamak gibi bir amaçla yazmıyorum aslında. Çünkü her ne kadar anlatmaya çalışırsam çalışayım biliyorum ki eksik kalacak. Hacmi küçük ama içeriği oldukça doyurucu. Okuması yorucu fakat bir o kadar da haz veren bir eser.
Annesi yanında uyumasına rağmen güvende olup olmadığından emin olamayan; pencereden süzülen ışığın yarattığı loş odanın içindeki gölgelere, ahşap dolabın üstündeki silüete benzer çizgilere bakarken, nefesini tutan küçük bir kız çocuğu gibi hissettirdi bana bu roman.
Oldukça mistik, baştan sona imgelerle gerçeküstü sembollerle dolu.
Kitabın başındaki, kadının doğranma ve bavula koyulup gömülme kısmını yazar o kadar soğukkanlılıkla ve “normal” bir şeymiş gibi aktarmış ki sadece üslubuna bakarak dahi ne kadar absürt bir şey okuduğunuzu fark ediyorsunuz.
Kitabın sonundaki “Sadık Hidayet’in Biyografyası” kısmından başlamakta fayda var diye düşünüyorum. Girdapta kaybolma hissiyatını azaltma pahasına.
“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.”