Her insan ölmeliydi... Hayatın kanunu buydu ve bu adildi.... Bu insanın doğasıydı. Birey denen şey bu kanunun muhatabı değildi. Kanunun muhatabı bir bütün olarak insan ırkıydı.
Hayata dair şeyler konusunda hızlı ve dikkatliydi ama sadece somut şeyler için geçerliydi bu tetikte olma hali, o şeylerin taşıdığı anlamlar için değil.
Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş, ne kadar kısaydı… Sadece hayattakilerin canı yanardı. Öldükten sonra acı duyulmazdı. Ölmek, uyumak demekti. Durmak, istirahat etmekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Derken ömrünün en mışıl mışıl en deliksiz uykusuna daldı, köpek adamın karşısında oturmuş bekliyordu. Gün uzun ve yavaş ilerleyen bir alacakaranlıkta sona eriyordu. ateş yakılacağını gösteren belirtiler yoktu ortalıkta. köpek bir adamın ateş mateş yakmaksızın karların içinde oturduğunu ilk kez görüyordu. Günün son kırıntıları da eriyip giderken, hayvanın ateş özlemi doruğuna ulaşmıştı! ayaklarıyla karları eşeleyerek mızıl mızıl mızıldanmaya başladı.
bu düşünce sen daha şimdiden donmaya başladın, az sonra kaskatı kesilecek ölüp gideceksin diyordu! ama bu düşünceyi durmadan zihninden kovuyor onu önemsememeye çalışıyordu.
Hava soğuktu, hem de çok soğuktu.
İnsanın yalnız bedenini değil, ruhunu da donduran bir soğuktu. İnsana varlığını, geçmiş hayatını, mevcut durumunu, hayatın anlamını, mücadelenin değerini, nefes alabilmenin kıymetini sorgulatan bir soğuktu. Kimi zaman medeniyetin göbeğinden doğaya gelen, kimi zaman ise kendini bildi bileli doğal hayatla iç içe yaşamış insanların canını dişine takıp mücadele ettiği bir soğuktu. İnsana ummadığı şeyler yaptırabilen, onu ölümün kıyısına kadar sürükleyip ona kahkahayla gülerek,
"Bakalım şimdi ne yapacaksın?"
diyen vahşi bir soğuktu.