Bî-vücûdum aşk odu bilsem benim nem yandırır
Yanuben küllî kül oldum pes dahı nem yandırır
(Varlığımdan vaz geçtim; bilsem aşk ateşi benim neyimi yandırır! Yanarak tamamen kül oldum, artık benim neyimi yandırır!)
…
Ey ciğer derdine dermân isteyen aklın hani
Onulur mu şol yara kim onu merhem yandırır
(Ey ciğer derdine derman isteyen! Senin aklın yok mu ? Merhemin yandırdığı yara hiç iyileşir mi?)
Çünkü derd imiş devâsı bu yürek yarasının
Müşfik emsem isteme kim onu emsem yandırır
(Çünkü bu yürek yarasının devası dert imiş; iyileştirecek ilaç isteme ki o ilaç, yarayı yandırır)
Tayyib ü tâhir hevesten arı dilden isterem
Şevk ile zikrin diyeler dinleyem yâ Rabbenâ
Ey Rabbimiz! İsterim ki arzudan, hevesten temizlenmiş, arınmış gönülden şevk ile seni zikretsinler, ben de dinleyeyim.
“Moda ve kibarlığın birbirine bu kadar düşmanca baktığı devirler olmuş mudur ? Hiç kimse, ‘güzellik artık bunlardır’ demesin. Zira ‘o, hiçbir zaman değişmemiştir.
Yalnızlık en küçük yaşımızda, misafirlikteki zengin sofraya örümcek kolları gibi uzanan ve ağza yönelen eller arasından (dizinin dibine oturduğumuz) annenin elini çekerek sininin altına doğru uzatmasıyla ortaya çıkar.